Mücadeleden Notlar - Kapitalizm İşçi Sınıfı için Bir Cinayet Düzenidir. Davutpaşa Patlamasını Unutma!!!
31 Ocak 2008’de yaşı müsait olanların hemen hepsi İstanbul Davutpaşa’daki patlamayı hatırlar. Patlamanın ilk zamanlarında yaralı ve hayatını kaybedenlerin sayısı belirlenememiş toplumda bir infial yaratmıştı. Hepimiz şehrin içinde bir barut (maytap) fabrikasının ne işi var diye dehşete düşmüştük. O zamanki basın medya ve televizyonlar onlarca haber, canlı yayın ve köşe yazısı ile bu iş cinayetini topluma taşımış adeta hayatımızın içine alevli bir kama sokarak canımızı yakmıştı. Bu acının sebebi belki de yakın bir zamanda bu kadar büyük can kaybı yaşanan bir kazayı yaşama(ma)mız olmasıydı. Bu kapsamda neredeyse Davutpaşa Patlaması bir milattı denebilir.
Patlamanın meydana geldiği Davutpaşa-Bayrampaşa bölgesi 70’lerin ortasından 80’lerin sonralarına doğru kurulan yüzlerce küçük sanayi sitesinin yerleştiği bir bölge. Evveliyatı ise taşınmadan önce Alibeyköy-Eminönü Haliç hattı sanayi kuruluşları ve Zeytinburnu tekstil sektörünün büyük sanayi kollarının hinterlandı konumundaydı. Şu an ise yine çorap, dokuma ve tekstil sektörünün esnek ve güvencesiz çalışmanın cenneti gibi. Buradaki sanayi siteleri 1986 yılında yapılmış 1989 yılında ruhsatlandırılmış 90’ların hızlı sanayileşme koşullarını rekabetçi ve düşük maliyetle göğüslemiş 1994’de İmar planı değişerek 1. Derece sanayi konumundan çıkarılıp iş merkezi plaza ve rezidans gibi 2. Derece konuma düşürülerek teoride hafif sanayi ve hizmet kollarına ayrılarak büyük sanayi taşınmış olması gereken bir havza konumuna düşürülmüş. Böylece bütün ruhsat şartları düşmüş bir bölge olması gerekirken mülk sahibi sınıfların şehir içinde kalan bu değerli mülkleri ellerinden çıkarmak istememelerinden ve teoriye uymayarak yer yer tehlikeli sınıfta küçük atölyeler ve işletmeler faaliyetlerine devam ediyor. Hala…Kapitalizm bir tarafta cam kuleler, robotlu ve epoksi zeminli dev fabrikalar inşa ederken hemen yanı başında işçi sınıfı için köhne viraneler inşa eder.
Neden?
Çünkü insan yaşamını plansız piyasa anarşine, insan haysiyetini de maliyet saikiyle elinde sgk sopası olan küçük mülk sahibi patrona teslim eder. Burada esnek üretim size anlatıldığı gibi piyasa koşullarına uyan robotlu ve teknolojik akıllı fabrikalar değil; düşük ücret ve güvencesiz çalışma koşullarına tabi işçilerin üzerinde yükselen büyük ağababalarından parça başı iş alan onlarca küçük patroncuktur.
Her ne kadar işin mirengi noktası bu kapitalist sistem olsa da konuya böyle devam edersek uzayacak belli. Kısa keselim, şehrin içinde üretim standartlarından, ruhsatname şartlarından, iş güvencesinden, sendikadan ve denetimden azade ucuz iş gücü deposu ki şimdi hele göçmenlerin sayısının artmasıyla birlikte tam da küçük mülk sahibi patronun cenneti. Büyük proje yapmaya parası kredisi yok, atölyelerin mülkleri durdukça değerleniyor, büyük kapitalistin ise burayı parselleyip proje alanına çevirmesi için rantabl değil. Belediyeler ise uyuyor. Ehh boş duracağına kiraya verilsin ve o zaman yeni facialara kapılar aralansın…
Konu maliyetlerin düşürülmesi ve artı değer sömürüsü olunca aslında kısaca şehrin içinde bir barut (maytap) fabrikasının neden olduğu sorusunu yanıtlamış olduk. Diğer meseleye gelince, konu maliyetler ve insan hayatı-haysiyetinin ucuzluğu bir tarafta ve pek tabi gerekli rüşvetlerin gerekli yerlere de veriliyor olması diğer tarafta ise; bu barut (maytap) fabrikasının patlaması için herhangi bir kıvılcım, ihmal, havadan kapılan bir elektrik, hiç fark etmez yeterli idi.
Bu çok tehlikeli sınıftaki fabrika patlayınca 20 işçi öldü ve 117 işçi yaralandı. Ki kayıpların çoğuna binanın patlaması ile etrafa saçılan ve şarapnel etkisi yaratan bina molozu sebep oldu. Patlamada ölen “İşveren”i saymıyorum. O da bu patlamada tıpkı bölgeyi bir gelir kapısı gibi gören “idare” gibi “KUSURLU” idi. Bunu da ben söylemiyorum ceza, kovuşturma, yargılama açısından Anayasa’nın 17. maddesi yani Yaşama Hakkı’na ihlal oluşturduğu gerekçesi ile yeniden yargılamaya karar veren Anayasa Mahkemesi söylüyor.
Akşamdan Bağcılar İşçi Evi iletişim grubuna gelen bir mesaj ile dikkatimi çekti Davutpaşa Patlaması anması, hafızamı yokladığımda hemen hatırladım. Aradan 15 yıl geçmesine rağmen ailelerin hala hukuk önünde direniyor olması ve Davaların kamu vicdanını rahatlatan bir sonuca bağlanamaması dikkatimi çekti. Birim sekreterimiz ile görüşüp hemen dayanışma için birkaç kişi katılmaya karar verdik. Sabahtan birim sekreterinin acilen hastaneye gitmesi ve diğer yoldaşımızın da işten izin alamaması nedeniyle (evet hepimiz ücret karşılığı çalışan insanlarız) tek başıma gitmek zorunda kaldım. Ayrıca Sol Haber’e de haber yapması için materyal sağlamamız gerekiyordu. Hafızamı yokladığımda aklımda 2008 sonrası bir dizi büyük iş kazasının miladı gibi kalmıştı. Sonra birkaç internet araştırması yaptım ve evet doğru hatırlamışım. Toplumda iz bırakan Şubat 2011 Ostim Ankara patlaması, Mayıs 2014 Soma Maden Faciası, Eylül 2014 Torunlar İnşaat Asansör Kazası, Temmuz 2022 Hendek Maytap Fabrikası Patlaması gibi bir dizi büyük İş Cinayeti hemen karşıma çıkanlardı.Ne oldu da iş kazaları sayıları artmaya başlamıştı? 2002’de AKP iktidara gelince neoliberal politikaların uygulanması sonucunda devlet işletmeleri özelleştirildi. Bunun etkisi olarak Sendikalar zayıfladı ve üye sayıları düştü. Büyük işletmeler iş süreçlerini esnekleştirdi. İş planlarını küçülterek fason işletmelere taşıdı. Sermaye birikimi ve bunun etkisinde rekabet koşulları sertleşti. İş güvencesinden ve üretim standartlarından azade binlerce yeni işletme ve bunların da taşeronları açıldı. İlk kesecekleri maliyet unsuru olarak işçi ücretleri ve iş güvenliği önlemleri oldu ki bunun sonucunda gelen kazalarla birlikte mahalli idarelerin iş kazalarındaki sorumluluklarını paylaşmak için İş Sağlığı Ve Güvenliği Hizmetleri Yönetmeliği çıkarıldı (Kasım 2010). İş kazaları istatistikleri tutulmaya başlandı. Bütün bu yaşananlar ise Kapitalizmin piyasa anarşisinin ve plansızlığının kar ve maliyet ekseninde şekillenen neoliberal politikaları sonuçlarıdır. Aşağıdaki istatistik bir miktar açıklayıcı olur sanırım.
* https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1408947
2022 yılında en az 1843 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti (https://isigmeclisi.org/20824-2022-yilinda-en-az-1843-isci-is-cinayetlerinde-hayatini-kaybetti)
Bütün bunlarla birlikte suçu kapitalizme atmak tabiî ki akıl karı değil. Hak nerede? Hukuk nerede? Hırsızın hiç mi suçu yok? diye adama sorarlar. Açıkçası yok. Onu da anlatacağım.Saat 11’de Davutpaşa Patlaması anması için İş Cinayeti’nde kaybı olanlar ile buluştuğumda ki buluşma yerine yakın cadde üzerinde yukarıda resmini koyduğum pankartı koymuşlardı; küçük bir çay ocağında kazada oğlunu kaybetmiş ve taa çerkezköy’den gelmiş bir amca (ki saygıdan diyorum) ayaküstü bir sohbet ettik. Kararlı ve yorgun bir biçimde bu davanın peşini ve diğerlerinin peşini bırakmayacağım diyordu. Orada toplananları anma yerine o götürdü. Aralardan derelerden geçerek vardığımızda Polis bizden daha kalabalıktı. Anma yerindeki tablo bütün yakınları üzdü. Patlamanın olduğu binanın arsası bir çöplüğe ve hurdalığa kiraya verilmişti. Kayıp yakınları oraya ağaç dikip bir çok kere belediye nezrinde arsanın üzerinde kayıpların ismi olan bir tabela ile bir park yapılmasını istemişler. Kimse kulak asmamış tabiî ki. Anmayı birkaç kayıp yakını ve başından beri davayı sahiplenen Avukatlar yaptı. Bu avukatlar 2008 yılından beri davanın takibini yapan önce Bir Umut Derneği vasıtasıyla daha sonra ise Adalet Arayana Destek Grubu olarak toplamda Ostim Patlaması da dahil 12 İş Cinayeti davasını dönüşümlü olarak takip eden Av. Berrin Demir, Av. Özlem Özkan, Av. Funda Ekin, Av. Azmi Doğan, Av. Sena Koç, Av.Saniye Mücdecioğlu, Av. Hayrettin Aydın ve arkadaşları idiler. Davayı Anayasa Mahkemesi’ne de taşıyan avukatlar bu avukatlardı.
15 yıllık dava sürecinde, ki ceza davası açılması için bile 35 hafta Taksim’de adalet nöbeti tutuldu, adliyede çocuk büyütenlerden, evlenenlere bir sürü hikaye var. Ancak en çarpıcı olanlardan bir tanesi de eski davadaki Hâkimlerden birinin “Bu dava siyasi bir dava da değil, niye bu kadar numaiş yapılıyor” demesiydi. 20’yi aşkın kayıp ve 100’ü aşkın yaralı ve sakat kalan insanların olduğu bir davada Yargının ciddiyetini gözler önüne seren bir cümle. Anayasa Mahkemesinin kararından önceki süreçte elbette tazminatlar verilmiş (can pahasına komik rakamlar) cezalar kesilmiş (kimse ceza evinde yatmadı cezalar ertelendi ya da para cezasına çevrildi) ancak hiçbir kimsenin ve tabi ki kamu vicdanının içi rahatlamadı.Anma etkinliğinden mahkemeye giderken kafamda bunları düşünüyordum. İş Cinayetleri Davalarında adalete ulaşmak çok uzun mücadelelerin sonucu oluyor ve kamuoyu baskısı adaletin işlemesinin olmazsa olmaz bir şartı. Çünkü Adalet hem “Mülk” ün hem de “Mülk”ün temeli; işçi canının değil. Çünkü taraflardan biri “Mülk” diğeri de “Mülk”, yurttaş burada bir taraf değil. Ancak güç olduğunda taraf olarak galeye alınıyor. Tek tek hiç birimiz bir güç olmasak da birlikte bir güç olabiliyoruz ve o yüzden ben de oradayım zaten. Benim gayem ise, ki burada ben örgütlü bir komünist olarak artık partimin “mülk”üyüm ve isteğim partimin isteğinden ari değil, Adaleti işçinin “Mülk”ü haline getirmek. Orada birisi sordu nerelisin dedi cevap versem iktidardaki ile hemşeriliğimden pek hoşuna gitmeyecekti tabi ki ben de Komünistim dedim.
Salon önünde toplandığımızda bu “yeniden yargılamanın” da nasıl olacağını anlamış olduk. Zira Davanın ayrıntılarını vermeyeceğim bunu zaten Sol Haber de diğer haber siteleri de haberleştirdi. Şöyle ki Mahkeme heyeti davanın seyircisiz olacağını ve sadece müştekiler ile avukatlarının içeri alınacağını mübaşir vasıtasıyla bildirdi. Yani hakimler üzerinde hiçbir gizlilik kararı olmayan kamusal bir davayı yurttaşı doğrudan ilgilendiren ve anayasal olarak yurttaşlık hakkı olarak tanınan bir haktan mahrum etmek istiyor. Bir iş cinayeti davasında hele idarenin doğrudan kusuru var ise sen davayı izleyemezsin deme cüretini gösterebiliyor adalet dağıtmakla yetkili kılınmışlar. Hakimler Adaleti tesis ederken yurttaşın görünmesinden bile artık imtina ediyor. Bu da Hukukumuzda sıklıkla görülen bir pratik olmaya başladı. Yani Adalet dağıtanlar meydanlara kurulmuş GİYOTİN leri unutmuşa benziyor. Neyse ki sonra aralarında görüştüler mi yoksa avukatların itirazı mı etkili oldu bilinmez bizi içeri almaya karar verdiler.Büyük salona girdiğimizde çalışmayan sinevizyon ile duyulmayan seslerle uzaktan davayı takip etmeye çalıştık. Aslında Kayıp yakınları ve onların avukatları hazırda iken ilk davaya gelen 4 sanıktan sadece 2 si yani İş Cinayeti gerçekleştiğinde 45 gündür görevde olan imar müdürü ve onun selefi olan ve o zaman başka bir yerde görevli başka bir imar müdürü dışında kimse yoktu. Mahkeme heyeti boş salonu yargılıyordu diyebiliriz. Adaletin “Mülkü” olarak ortada bir dava da olduğu söylenemez. Kayıp yakınları Anayasa Mahkemesi Kararı doğrultusunda yeniden yargılama ve sorumluların mahkeme salonunda hazır bulunmasını talep ettiler. Avukatlar ise ilk davadaki bilirkişi raporu doğrultusunda bütün sanıkların tekrar suç kapsamı genişletilerek yargılanmasına Eski Zeytinburnu Belediye Başkanı Murat Aydın (Şu an Beykoz Belediye Başkanı), Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İstanbul Bölge Müdürü Atakan Tanış ve dönemin Zeytinburnu Belediyesi Ruhsat ve Denetleme Müdürü Rüstem Tekin ile dönemin Zabıta Müdürü Feruz Kutsal’ın tekrar yargılanmasını istediler. Dava 6 Haziran 2023 saat 10:30’a 3 celse yapılmasına karar verildi.
Kıssadan Hisse : kapitalizm işçi sınıfını öldürür, sorumluların cezasını vermez, o yüzden bu sistemi tarihin çöplüğüne göndermek için ÖrgütLenin.
Yakup Akbaş TKP
üyesi
Bağcılar İşçi Evi,
01.02.2023
Yorumlar
1- 2019 yılına kadar Bir Umut Derneği çatısı altında Adalet Arayana Destek Grubu avukatları olarak mücadele eden onlarca avukattan bugünkü anmaya katılanlar Berrin Demir ve Özlem Özkan, bu duruşmada hazır bulunan avukatlar ise sizin isimlerini yazdıklarınız. Başka duruşmalarda daha fazla avukat da katılabilir. Sadece bu davada onlarca avukatın emeği var çünkü. Diğer 12 davayı sürdüren arkadaşlar da var. 2019’dan beri sadece iş cinayetinde hayatını kaybedenlerin ailelerine destek veriyorlar. Dernek ilişiği kalktı.
2-Resmi kayıtlarda 115 yaralı olarak geçiyor, biz de o nedenle 115 yaptık. Almanaklarda 130 diyorduk.