Esir Alınmış TKP

 

Tarihin cilvesi diye kullanılan bir tanımlama var pek kullanmayı sevmesem de bu yazıya tam oturuyor. Tarihin içinde başarılı olmuş yöntemleri takip eder onu yeniden üretirsen hem bu yöntemi geliştirir hem de ileriye doğru bir adım atmış olursun. Ancak başarısız olanları tekrar ve tekrar takip etmeye çalışırsan da yerinde sayarsın ve tarih tekerrür eder. Bu yazıyı kişiselleştireceğim çünkü benim yaşadığım pratiğin ve içinde olduğum düşün dünyamın çok benzerini birçoğunuzun yaşadığını biliyorum.

Düşünsel dünyamı anlamanız açısından yazıyorum şu sıra Aydemir Güler’in, Türkiye Sol Tarihinde Yöntem ve Tartışmalar kitabını ara ara okuyorum. Bundan çok önceleri Aydemir’in de kaynak gösterdiği bir sürü temel başvuru kitaplarını okumuştum. Ayrıca o dönemin tarihini de biliyorum. Bunun yanında başka birçok kitapla birlikte Kava Yayınlarından 1976’da çıkan SBKB(B) Merkez Komite Tutanakları’nı okuyorum (Ayaklanma öncesi 1917-1918). Linkini aşağıya[1] koyuyorum o tarihi biliyorsanız ve vaktiniz olursa mutlaka okuyun. Şu an için en öne çıkanlar bunlar. Tabiî ki herkesin bu kitaplardan anlayacağı aslında içinde bulunduğu somut koşullar tarafından belirleniyor. Benim içinde bulunduğum somut durum ve pratik ise daha önce birkaç yazımda da bahsettiğim birçok kere de hem pratik hem de teorik açıdan karşıtlıklar içinde olduğum TKP üyeliğim idi.

Sonuçta Parti beni disiplin kuruluna sevk etmiş benden savunma istemiş bende adı savunma olarak geçse de eleştirilerimi ve son raporlarımı teslim ederek ve fiili durumda bir parti örgütü ile de somut bir bağımın kalmaması nedeniyle üyeliğimin silinmesini isteyerek (18.02.2024) sürüncemede kalan bu durumun bittiğini düşünüyordum.

Olabilir, araya seçimlerin ve başka şeylerin de girmesi ile kendimce partiye de zarar vermemek açısından bunu tam anlamı ile ilan etmedim. Aynı şey parti açısından da düşünülmüş olabilir. Ancak parti ile ilişkimin daha kesilmediği 16 Nisan 2024 tarihinde Parti Merkez Disiplin Kurulu (MDK)’nun kararının bana tebliğ edilmesi ile anlamış oldum.

Bana iletilenlerden görünen o ki Merkez Disiplin Kurulu (MDK) sonuç raporunu 22.03.2024 yazmış ve kararını 28.03.2024 Merkez Komitesine bildirmiş. Prensipte aramızda kalması gereken birçok konunun Parti içinde dedikodular ile yayılması; benim ise ayrıntısına girmeden lisanımünasip ile (ki muhataplar tarafından düşmanca eleştiriler diye algılanmıştır diye düşünüyorum) yazılarımda yer yer bahsetmem[2] ile geçiştirilmesine rağmen (ki bu işler böyledir) aklıma takılan ve beni huzursuz hissettiren birkaç nokta olmasıdır. Onları da içimden atmadan TKP meselesini kapatmayı düşünmüyorum.[3] Bu yazıyı da öyle kolay yazmadığım bilinsin. Zira bir haftadır yazayım mı yazmayayım mı diye aklımda çatışmalar oluyor. Aksi gibi çalıştığım işte oldukça da yoğun bir dönemdeyim. Ve her eylemin bir etki yaratacağının da farkındayım; ayrılış sürecim gibi.

Konu şudur ki benim Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi (THTM) çalışmalarımı Parti ile ilgili çalışmalarımdan, THTM kuruluş ilkeleri gereği[4] ayrı tutmam. THTM demek ki parti ile ayrı değilmiş. Zira 16 Nisan’da tarafıma iletilen MDK karı ile THTM üyeliğimden ayrılmam da THTM Yürütme Kurulu Üyesi Aydemir Güler referansı ile iletildi. Görüşme talep edildi. Ben de etik olarak THTM Yürütme Kurulu’nun böyle bir kararı var ise tarafıma yazılı olarak iletsin diye cevap gönderdim.

Hemen parti kanalı ile THTM’ye seçildin ve partinin sağladığı bu imkândan yararlanman etik olmaz gibi bir eleştiri gelebilir. Ancak kazın ayağı öyle değil. Parti’nin yerel örgütü benim THTM’ye katılmamam için ya merkeze yalan söyledi ya da İl örgütünün bundan haberi olmasına rağmen beni engellemeye çalıştı. Ancak ben yine de seçildim. Seçildim derken de yeterli temsilci sayısı oluşmadığı ve ben de aday olduğum için otomatikman herkesi seçim yapılmadan temsilci ilan ettiler. Ki seçim olsa idi yaptığım konuşma ile seçileceğimi biliyordum. Bu durum Merkez Disiplin Kurulu (MDK) Soruşturmasında ve öncesindeki il örgütü ile yaptığım görüşmelerde gündeme geldi. (Parti’den habersiz biçimde aday olmam başlığında ki böyle bir durum ortada yok).

Bu gibi ayrıntılar ile başınızı ağrıtıyorum ancak yöntem açısından önemli; çünkü yöntem düşünceyi ve özü de belirliyor. Neyse şimdi tarihleri birleştirelim. 13 Nisan gibi THTM Komisyon Taslak raporları paylaşıldı. (Halk Meclisi gibi bir yapıda komisyon raporlarının gizliliği gibi bir şey söz konusu olmayacağından çünkü bu raporlar daha sonra paylaşılacak) Laiklik ve Aydınlanma Komisyonu’nun raporuna 15 Nisan’ı 16 Nisan’a bağlayan gece aşağıdaki gibi bir eleştiri getirdim ve bunu THTM Yürütme Kuruluna uygun kanalla ilettim.

“Merhabalar,

Laiklik ve Aydınlanma Komisyonu Taslak Raporunda İşçi Sınıfının neden Laikliğe ihtiyacı olduğu konusunda bir açıklama getirilmemiştir. Mücadele başlıklarının C bendinde sadece "Ayrıca genç işçilerin de aydınlanmaya ihtiyacı var." denilerek geçilmiştir. Raporda sadece 3 yerde "işçi" kelimesi geçmektedir.

ÇEDES’le olan mücadelede başlıklarının b fıkrasında "Dini eğitim nedeniyle yurt dışına yerleşmeye karar veren aile" hükmü yanlıştır ya da düzeltilmelidir. Bu fıkra somut gerçeklikle bir tezat oluşturmakta ve ciddi eleştiriler alacağı konusunda kaygılarım vardır.

Yoksulluğun gittikçe arttığı içinde bulunduğumuz dönemde özellikle kız çocukları olmak üzere binlerce öğrenci okula kayıt yaptıramıyor ve çalışan kent yoksulu kadınların çocuklarını, kamu hizmeti veren kreşler olmadığı için tarikat kreşlerine zorunlu olarak vermelerinden bahsedilmelidir.

Bu ve bunun gibi eksikliklerin konunun toplumun geneli olan kent yoksulları ve işçi sınıfı için bir gündemden ziyade Laikliğin küçük burjuva unsurların bir gündem olduğu izlenimini alıyorum.

İyi Çalışmalar,

Saygılarımla.

THTM Üyesi

Yakup AKBAŞ”

 

Şimdi bana göre MDK’nun 16 Nisan’da kararını bana açıklamasının anlamı yukarıdaki eleştiridir. Her zaman olduğu gibi düzenlerini-akışlarını bozmuş oldum. Doğru ben işçi sınıfı lehine düzen bozucuyum. Ayrıca MDK’nın kararının sonuç raporunda benim THTM’nin temsilci seçiminde yaptığım konuşmayı Cumhuriyetçileri eleştiren bir biçimde yaptığımı belirtmişlerdir. THTM’de yaptığım konuşma aşağıdadır[5]. Orada bir eleştiriden ziyade bir hatırlatma gereği duydum. Benim Cumhuriyetçiler ile hele hele dişleri sökülmüş Kemalistler ile bir alıp veremediğim yoktur. Hatta taktik olarak onların sosyalist cumhuriyete kazandırılmasını da doğru bulurum. Ancaaak işçi sınıfının iktidarında olmadığı bir sosyalist cumhuriyet bilmem. Sosyalizmi Kamuculuk ve Planlama olarak gören küçük-burjuva sosyalizmi ile de aram açıktır. Yani ister taktik ya da strateji deyin cumhuriyet’e içerilmiş bir sosyalizme yokum; sosyalizme içerilmiş bir cumhuriyete varım. Ancak görülüyor ki THTM Yürütmesi buna pek sıcak bakmadığı gibi böyle düşünenleri de bünyesinde istemeyerek bir Meclis olma iradesinden vazgeçiyor gibi görülüyor. Ben yaşadığım pratik içinden bunu algıladım, siz ne algıladınız bilmem.

Bu nedenle dün, yani 21 Nisan 2024 tarihinde yapılan THTM ikinci toplantısına katılmadım. Tabiri caizse araba farına tutulmuş bir bıldırcın gibi öyle dondum. Ne diyeyim THTM’nin benim üyeliğim konusunda bana iletilen yazılı bir kararı olursa da sonuçlarına katlanırım.

THTM Yürütmesini ve Partiyi bu konuda iki taraflı bir açmaz içinde bırakıp kararı da onlara bırakıyorum. Ya beni THTM üyeliğinden atarak THTM’yi sadece cumhuriyetçilere açılmış bir alan olarak tanımlayarak içerisinde işçi sınıfı ideolojini istemezük diyecekler ya da seslerini çıkarmayacaklar. Parti de ya burası bir meclistir bir Parti organı değildir diyerek tanımladıkları meşruiyete zarar vermekten imtina edecekler ya da burada bizim borumuz öter diyecekler. Al sana bozgunculuk, al sana akışı bozmak… Neyse bu yazı da gerekli yerlere kuşlar aracılığı ile iletilir ve sonucu görürüz.

Ancak görüyorum ki katılım da ilk zamanki coşkusu ile olmamış. Zira ilk toplantıda oturacak yer zor bulmuştuk. Ancak THTM yine de yerelde örgütlenme kararı almış. Örnek olarak Kemal Okuyan, THTM’de yaptığı konuşmasında “THTM’nin özelliği, Türkiye’deki cumhuriyetçi birikimin düşünsel alandaki unsurlarıyla toplumsal alandaki unsurlarını birleştirmek olması gerekiyor, bu çok heyecan verici. Elimizde olanaklar var. THTM üyesi bir arkadaşımız, küçük olmayan bir ilçede yüzde 39 oy aldı, galibiyeti kıl payı kaçırdı. Bugün Defne’de çok güçlü bir yerel halk temsilcileri meclisi kurmak için bugün bu kurulun karar almasını bekliyorlar, hazırlar” demiş. Yani orada örgütlü bir toplam olduğunu biliyoruz. Bu örgütlü toplam zaten örgütlü. Yeni bir alan açalım demiyor Okuyan, yani işçi sınıfını örgütleyelim demiyor ve cumhuriyetçi birikimden bahsediyor. Yani cumhuriyetçi birikimi Defne’ye götürecek. Ya da tam tersi oradaki halkı THTM’ye getirecek. Ee zaten temsilcileri var. Bu sürecin sonunu pek hayırhah görmediğimi belirtmek isterim. Umarım zaman beni haksız çıkarır.

Tarihin tekerrürüne gelelim. Yazının başında Aydemir’in kitabını okuyorum demiştim. TKP tarihini oldukça iyi anlatan ve TKP tarihine yapılan eleştirilerin çoğunu da bertaraf eden bir kitap olmuş. Onun kitapta net olarak ortaya koyduğu arayış işçi sınıfı ile birleşip bütünleşemeyen bir Komünist Parti hikâyesi ile paralel olarak gidiyor. Yapılan hata çoğu süreçte hep aynı küçük-burjuva kadrolar eksenine hapsolmuş bir KP’nin ideolojik tartışmaları, öncelikleri ve seçimleri nedeniyle işçi sınıfını hareketini kendi içine dahil edemiyor oluşudur. Aynı tartışmalar ekseninde heba olmuş bir zamanı yaşayıp duruyoruz. İktidar odağının kendisi de teorisi de orada duruyor: İşçi sınıfı…

TKP tarihsel sürecinde yeterince küçük-burjuva kadro örgütlemiştir. İşçi sınıfını örgütlemek zamanı özellikle işçi sınıfı nesnel koşulların etkisi ile başını kaldırdığı şu günlerde gelmiştir. Sorun şu ki küçük-burjuva kadrolar işçileşip sınıfı örgütleyebilecek midir? İşçi sınıfına cumhuriyetçi birikim diye on yıllardır tekrar edilen temrinden kurtularak gitmeyi başarırsak o da olur. Saf ve duru bir çalışma. Niyeti ve yönü belli bir örgütlenme. İktidarı cumhuriyet dolayımı ile değil tarihsel haklılığımızla ve pratiğimizle aydınların içinde değil de işçi sınıfının içinde kurduğumuzda mümkün. O zaman SBKB (B)’nin Merkez Komite tutanaklarında gördüğümüz gibi iktidar için sınıfı önümüze katarak yürüyebiliriz. Bunun için hepimizin Aydınlanmadan çıkıp Ekim Devrimine gelmesi gerekiyor.

Sosyalist hareketimiz dönem dönem aaa işçi sınıfı hareketi de varmış diyerek aslına rücü ediyor. Sosyalist hareketimize sınıf bilincinin işçi sınıfın kendiliğinden hareketinin taşıması acizliğini aşmamız gerekiyor. Bugün grevdeki bir işçi biz burada siyaset yapmıyoruz ekmeğimizin peşindeyiz diyorsa bu bizim suçumuzdur. Bugün evine, kendi özel mülkiyetine, inşaat baronları lehine el konulan yurttaş mücadele ettiği dernekte biz siyaset yapmıyoruz diyorsa bu bizim suçumuzdur. Bugün köyüne maden açılmaması için elinde sopaları ile direnen köylü kadınlarımız meramını Sayın Valim Sayın Devlet Büyüklerim diyerek anlatıyorsa bizim suçumuzdur. Emekli açlık sınırının çok çok altında kent lokantası kuyruğuna giriyorsa bizim suçumuzdur. Bugün ilköğretime gönderdiği çocuğunu bir imam alıp camiye götürüyorsa ve buna ses çıkaramayan veli bizim laikliği işçi sınıfına anlatamamızdan kaynaklanıyor… Halk cumhuriyet kazanımlarını içselleştiremediği için buna tepki koyamıyor yurttaş olamıyor diyebilirsiniz bana ne. Benim gündemim cumhuriyet kazanımları değil. Onun için cumhuriyetçiler var mücadele etsinler. Doğru gündemlerde ortak olalım tamam da sizin için ben mücadele etmem. Ben komünistim anamız işçi sınıfıdır.

TKP’nin Esirliği de bizim suçumuzdur.

 

Yakup Akbaş

THTM Üyesi

(Şimdilik)

 

 

 



[3] Ayrıca iki konuda vakit bulabilirsem teorik bir polemik yazmayı düşünüyorum. Bu tip teorik çıkışlar önü arkası iyi doldurulması gereken ciddi konular olduğu için yazmak epey okuma ve vakit alıyor. O yüzden işi aceleye getirmek istemiyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zorunlu Bir Kadro Eğitimi Gerekçesi İle Oya Dönüşmeyen Siyasi Etkinlik Nedir?

Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi Tanıtım Konuşması