Ortalama Halk Bilincine ve Ortalama Sosyalist Bilince Methiye..! Ya da Gündemden Kısa Kısa…

 

1-      Başak Demirtaş’ın İBB Adaylığı ve Selahattin Demirtaş’ın Açıklaması:

Dün Selahattin Demirtaş’ın Başak Demirtaş eliyle X’den yaptığı açıklamayı[1] okudum. Demirtaş, Başak Demirtaş’ın adaylığını eleştirenlere bütün ithamları iade ederek spekülasyon yapıldığını söylüyor ve sebep olarak erdemli bir 3. Yol’un önünü açmış olamaz mıyız diye soruyor. Sonra da fikirlerini maddeler halinde açıklıyor. 3. Yol’u kutuplaşmanın aşıldığı, diyalog, barış ve demokrasi imkânları olarak değerlendiriyor. Yani bunun için AKP ve CHP ile görüşülmelidir diyor. Sonra da bu adaylık yanlış anlaşıldığı için Başak Demirtaş’ın adaylıktan çekilerek başka arkadaşlar ile adaylığın devam edeceğini söylüyor. Sonuçta politik olarak bir şey söylemiyor. Bu açıklama “ortalama” insan aklını; hele ki ortalama sosyalist bilinci küçümsemektir, inkar etmektir. Yok saymaktır. Neden?

Çok basit bir nedeni var. Belediyelerine AKP bloğu tarafından Kayyum atanmış, genel başkanı hapse tıkılmış, Kürt Sorununu ana gündem maddesi yapan bir siyasi parti üstelik hapiste olan genel başkanının eşini neden İBB başkan aday adayı olarak öne çıkartır? İktidar ile ne konuşur? Diyalog barış demokrasi’ye kayyumların kaldırılması, tutuklu milletvekillerinin salıverilmesi dâhil değil midir?

(Kürt Sorunu Hariç) DEM Parti’de dahil olmak üzere CHP, tüm muhalefet biçimini AKP ve Tayyip Erdoğan Karşıtlığı üzerinden kurduğu için daha başında AKP ile müzakere etmek demek bir çeşit halka ihanet olarak algılatılmaktadır. Üstüne üstlük Barış süreci ihanetinin ardından gelen siyasi linç bir vaka olarak ortada durduğunda CHP’nin eli DEM Partiye karşı güçleniyor. Ancak Kürt seçmeni de onlarca desteğe rağmen CHP’nin DEM Partiyi (yani Kürt yurttaşlarımızı) yok sayıp siyasetin sağ kesimine alan açması güncelliği ve karşılarında sürekli yenilen ve toplumu siyasetsizleştiren bir pratik ile yaşamışken CHP tarafından gelecek olan “siz AKP ile pazarlık yapıyorsunuz” eleştirisi hükümsüzdür. Üstüne üstlük bu İBB aday adaylığı meselesi sosyalist solun bazı kesimlerinde yine bir ihanet şeklinde algılandı. Mesele İBB Başkanlığını AKP’ye kazandırmak. Yani aslında bütün taraflar CHP’nin İBB’yi kazanmasının DEM Parti’ye bağlı olduğu konusunda hemfikir ya da yüksek bir olasılık olarak görüyor.

Gerçek sosyalistler nasıl ki siyasi hattını CHP ve DEM Parti kıskacından ayrı ve bağımsız olarak kurmak istiyorsa Kürtlerin de CHP’den bağımsız ve kendi gündemine odaklanmış bir siyasi hat kurma hakkı meşrudur. Bu kapsamda Başak Demirtaş’ın İBB Başkan adayı yapılması denemesi doğal olarak Kürt seçmenlerde büyük bir heyecan dalgası yaratmıştır. Hem de seçimlerin AKP’ye kazandırılması riskine karşın. Bu açıkça Kürt seçmenden DEM Parti’ye olan bir mesajdır: “AKP ve CHP ile pazarlık yapma, İBB’ye gerçek bir aday koy, biz de oyumuzu gönül rahatlığı ile verelim.”

Kürt Hareketinden hiçbir beklentisi olmayan ancak CHP etkisindeki sosyalistler hemen CHP propagandasına tav olup ortada bir pazarlık dönüyor söylemini kötücül bir ifade ile dillendirdiler. Hem düzen içinde emperyalizm ile hemhal olmuş AKP, CHP ve DEM Parti’yi aynı kefeye koyacaksın, hem de DEM Parti AKP ile pazarlık yapıyor diye homurdanacaksın. Bu ikircikli tutum, oyunu CHP’ye kaptırmış Laik ve Kemalist tabandan beklenti halinde olmaya işaret ediyor; başka bir şey değil. Neyse ki aklıselim işçi sınıfı ideolojisi ile güdülenmiş sosyalistlerimiz var da CHP’nin “laik” gündelik yaşam kaygılarını dert edinen küçük-burjuva unsurlarına prim vermiyor. Bu dostlarımız her seferinde CHP laiklik için mücadele etme trenini kaçırdı. Bu mücadelede süngüsünü düşürdü diye hatırlatmaya devam edecek.

Başka bir sosyalist kesim ise bu çıkışı ya Kürt kimliklerinden (bu kesim hep Kürt olmayan sosyalistlerin de olduğunu unutuyor) ya UKKTH’nın yanlış yorumu çerçevesinde güdülenmiş olduklarından ya da siyasetlerinin toplumsallaşmasını Kürt hareketine bağladıklarından; ya sessizlikle geçiştirdi ya da Kürt hareketi onca acı çekti tabi ki kendi konumlarını ve siyasetlerini iyileştirmek için görüşebilirler şeklinde değerlendirdi. Ki bunda gocunacak bir şey yok. Yanılmıyorsam sadece Maoist gelenek Kürtlerin bağımsız siyaset taleplerini görerek doğru bir değerlendirme yaptı. Zira her seferinde DEM Partiyi düzen siyaseti yapmakla eleştiren bir tavırları var ve kaçınılmaz olarak doğruyu yakaladılar.

Hatırlatalım DEM Parti bir düzen partisidir ve sosyalist sol ile olan dolayımı demokrasi başlığında sosyalist solu ilgilendirir. Her ne kadar içlerinde sosyalistleri de barındırsalar da sosyalistlerin Parti içinde karar alıcı konumda olmaması Parti’nin sosyalizan niyetleri olmadığını gösterir. Kürtlerin demokratik taleplerine kulak tıkamak ise sosyalist hareketin yadsıyamayacağı bir olgudur.

En doğru değerlendirmelerden birini de TKP yapmıştır. Kemal Okuyan bir mülakatında[2] DEM Parti’nin siyasi bir parti olarak hem seçmen desteği verip hem muhatap alınmamasını eleştirmiş. Siyasi parti olarak seçim pazarlığı yapılmasını doğal olarak gördüğünü belirtmiş. Örgütlü bir seçmene sahip DEM Parti’nin kendi iradesi ile seçime girmesini olumlu bulduğunu belirterek CHP’nin ana muhalefet olarak kendilerinin desteklenmesi söylemini kolaycılık olarak değerlendirmiştir. Ayrıca TKP bağımsız sınıf siyaseti tavrı ile uyumlu olarak DEM Parti’nin de bağımsız bir hattı savunmasını gayet doğal karşılamıştır.

Stratejik olarak doğru olan DEM Parti’nin kendi güçlü adayıyla yerel seçime girmesiydi. Bunun yerine parti disiplinine daha çok uyan ortalama iki aday belirlenerek kent soylu küçük-burjuva ya da burjuva Kürt seçmen, CHP’ye oy vermesi için serbest bırakılmıştır. Olan yine Kürtlerin çoğunluğunun bağımsız siyaset tavrı talebine olmuş, ara bir formül bulunarak böyle değilmiş gibi bir oportünizme kapı aralanmıştır.

Peki Başak Demirtaş aday olsa idi ne olacaktı? CHP İstanbul’u kaybedecek, Son umut, son kale gibi pazarlanan seçim oyunu bitecek, CHP içinde kıyamet kopacak, mecburen CHP sola, işçi sınıfına ve pek tabi Kürtlere yani halkın geneline kapı aralamak zorunda kalacak, sokak siyaseti gündeme gelecek AKP’ye karşı gerçek bir muhalefetin yolları aralanacak, sosyalist sol güçlenecek ve yeni bir alternatif toplumun önüne konulacaktı. Bir olasılık olarak tabi ki. Kapitalizmin krizi derinleşecek, düzen kilitlenecekti. Gerçi yine olacak sadece süre bir miktar daha uzadı. Nihayetinde Düzen siyaseti, ulus ötesi güçler de işin içinde olarak, müdahalesini yaptı.

Tekrar başa dönelim oldukça uzattım bu bölümü. Genel olarak Düzen siyaseti kendi meşruiyetini hala emekçi sınıflar üzerinden kurmak zorundadır. Bunu yaparken de demokrasi kisvesine bürünerek halkın çıkarlarını yansıttığı yalanıyla burjuvazinin çıkarlarını savunur. Birbirine benzeyenlerin birbiriyle pazarlık yapmasıyla kimsenin derdi yoktur. Ortalama insanın derdi keskin söylemlerin ardındaki halkın hiçbir çıkarına yaramayan gizli pazarlıklarıdır. Halkı aptal yerine koymaktır. Sonuç olarak Başak Demirtaş’ın adaylığının geri çekilmesi bu anlama gelmektedir. Nihayetinde pazarlıkları açık etmekle süreci en ileri taşıyan ve DEM Parti’nin elini CHP’ye güçlendirecek son açıklama Kürt Hareketi’nin ağır toplarından olan Ahmet Türk’den gelmiştir. Ahmet Türk tam bir burjuva temsilcisi gibi “Kürt sorununu çözmek isterse Erdoğan çözer, liderdir, güçlüdür” diyerek adres göstermiş, Kürt hareketindeki burjuva unsurların yüreğine su serpmiştir. Böylelikle hem CHP ile olan pazarlıklarda el yükseltilmiş olacak hem de Demirtaş’ın açıklaması ile dağılan hatlar toparlanacaktır.

Aslında esas anlatmak istediğim yere geldim; bir türlü bağlayamadım ancak söylemek istediğim şudur: Ortalama Kürt seçmen kendilerini temsil eden siyasi önderlikten daha ileridedir. Dolayısı ile onlara methiye düzmek de boynumuzun borcu.

Bölümü kapatırken ekran başından Başak Demirtaş’ın adaylıktan çekildiği açıklamalarını dinleyen ya da okuyan Kürt yurttaşlarımızın tühh diye ellerini savurduklarını ve kızgınlıklarını kendi içlerinde yaşadıklarını görerek diyorum ki. Bunların size bir hayrı yok; ancak yine haklısınız ki başka bir alternatifiniz de yok. Biz dostça uyarımızı yapmakla ve sınıf siyasetini hatırlatmakla yetinelim. Sadece ve sadece birlikte kurtulabiliriz öbür alternatifler Kürt işçisinin yıkımı olur ki Kürt burjuvazisi bunu umursamaz.

2-      DHKP-C Çağlayan Adliyesi Eylemi:

Bu konuda yazmanın oldukça uzun süreceği, anlaşılmama ihtimali olduğu, devrimci iradeye zarar vereceği, sosyalist harekete çatacağı, ayrıca da hem dostlardan hem de hukuksal kaynaklı problemler yaşayacağım için yazmamayı tercih ediyorum. Ancak kısaca şöyle söyleyeyim ortalama sosyalist bilinç yekten karşıya almasa da eleştirilerinde haklı…

3-      Seçim Gündemi ile Heba Edilen Emek Hareketleri

Çoğu zaman işçi hareketlerini “kendiliğinden” eleştirilerine meze yapan sosyalist hareket orada olmadığını unutarak ve hesapta eleştirinin eleştirisi yaparak işin içinden sıyrılmaya çalışıyor demektir. Düzenin seçim gündemini öne alan her öncü iddialı hareket eğer işçilerin kendi hak mücadelesi gündemine ciddi bir yığınak yapamıyor ve orayı sınıf bilinci açısından dönüştüremiyorsa aslında kendi kendineliğin ötesine geçemiyordur. Dolayısıyla yine ortalama sosyalist bilinç burada öncü iddialarının ilerisine geçmiş durumdadır ve yine bir övgüyü hak eder. Kendi kendineciliğin kendiliğindenciliği felsefede güzel şey, afilli şey ama iş reel politiğe geldiğinde kendiliğindenciliğin kapsanması şart.

Kavramın kısa özet ve işlevsel açıklaması için bkz. [3] Ayrıca yeni bir çeviri önerisi ile kavrama yeniden bakınız.[4]

 

4-      Aydemir Güler’in Sol’da Yazdığı ‘Bir Başka Birlik Sorunu’[5] Üzerine:

Kemal Okuyan Solda Birlik Baskısı adlı bir mülakatının girişinde (Vakit bulursanız mutlaka dinleyin bazı çıkarımlar üzerinde düşünmeye değer)[6] Solun Tarihini aynı zamanda birleşmelerin tarihi olarak da değerlendiriyor ki bu doğrudur. Lafı uzatmadan söylemek gerekirse burada bir meşruiyet zemini var. Birlik meselesi sosyalist harekette her zaman tartışılmış ancak başarısız sonuçlardan sonra bir süre rafa kaldırılmıştır. Ancak toplumsallaşmak için güç gerektiğinde tekrar raftan indirilmiştir. Genellikle seçimler öncesinde popüler olan solda birlik heyulası son 20-30 yıldır sosyalist hareketimizin hiziplerinin adeta birbirlerine çektikleri bir kılıç ya da birbirlerine sıktıkları kurşun derekesine düşmüştür. Hâlbuki sosyalist solda birlik seçimlere indirgenecek bir olgu değil. Stratejik olarak ele alınacak hatta belki de programatik seviye çıkartılacak bir ciddiyetle ele alınması gereken bir olgudur. Ortalama sosyalist bilinç bunu güç transferi ihtiyacı dolayımı ile ele alsa da esas meseleyi hissettiği için solda birlik üzerinde oluşan meşruiyet hala sürüyor ve sürecek. Doğal olarak parçalı bir yapıdan sistemle savaşmanın güçsüzlüğü herkes tarafından görülüyor. Ancak seçim sathı mahallinde olan ittifak arayışları derde derman olamıyor. Kemal Okuyan mülakatında çok önemli bir nokta olan sosyalist solun parçalı yapısının tarihsel ve evrensel olduğunu belirtmiş; sosyalist hareketin onlarca parça olmasının Ekim Devrimini engellemediğini söylemiştir. Ancak bir mevzunun üzerinden üstünkörü geçmiştir. O da sosyalist hareketin içindeki ana eğilimlerin, parçalı hizipleri ya kendine çekerek ya da iterek tarihsizleştirdiğidir. Yani sosyalist solda birlik sorunun esas dermanı bir potada erimektir. Bunun için de bir zemin ve o zemin üzerinde ciddi sürekli ve ısrarlı bir ideolojik polemik gereklidir.

TKP kendi birlik (ki bu ittifak politikasına kadar genişletilebilir) deneyimlerinin olumsuz sonuçlarına binaen olacak ki, ki oldukça yeterlidir, bu zeminin ortadan kalktığını bildiriyor. siyasi yapıların, “örgütlü mücadelenin dışında kalmış aydınların ve bireylerin birlik baskısı tartışılmalı ve püskürtülmesi gerekiyor.” Diye de ekliyor. Aslında mülakatın özü: biz işimize bakalım, kendi hattımız doğrultusuna örgütlenelim, yeterince güçlendiğimizde bu sorun olmaktan çıkacaktır. Buraya takılmayalım diyor. İşte Aydemir Güler’in yazısı da çok kısa olmasına rağmen oldukça konsantre bir biçimde bu tavrın teorileştirmesidir. Aman polemiğe girmeden şu sorunu bir nihayete erdireyimdir.

Burjuva siyasetinin “konvansiyonel” yani kabul edilen, varsayılan, alışıldık, geleneksel formatının çökmesi bir komünisti ilgilendirmez ancak yine de olanlara karşı gözü açıktır. Bundan ne gibi avantajlar çıkarırımı düşünür komünist bir ajitatör. Ve tabi ki solda hegemonik unsur haline gelip emekçi halkın yüzünün kendisine dönmesini ister. Giderek bütün emekçilerin sesi, sosyalizmin öznesi olarak halk sola döndüğünde öne çıkan, temsiliyeti sırtlanan bir odak olmayı ister.

Şimdi Aydemir Güler yazısında çökenin bu olduğunu söylüyor. Ve yine tabi ki hiçbir devrimci sosyalist yapı solun tamamı üzerinde hegemonya kurmayı planlamaz ve Devrimi yapmak için bunu beklemez. Ancak Aydemir Güler birbirine benzemeyenlerin hepsini sol sayan bir kamuoyu var iken solun güçsüzlüğünü sol içi ayrımlar konusunda kamuoyunun cehaletine bağlıyor. Aslında çok da haklı olarak kamuoyuna biz bunlardan değiliz diyerek çözümü neredeyse sosyalist solun tamamını dışlayan bir pratiğe havale ediyor. Ancak kamuoyu bununla ilgilenmiyor.

Neredeyse 20-30 yıldır giderek artan bir dozajda Kürt Hareketinin sınıf siyasetinin önüne koyduğu kimlikçi ve liberal siyasetin sosyalist solda yarattığı deformasyon konusunda elbette haklı. Ya da Siyasal İslam’ın gerici baskısı ile CHP’ye yedeklenen sosyalistler konusunda. Bütün bunların parçalanması kitlesel bir işçi sınıfı hareketine bakar. Ki yer yer nüve halinde bulunan sivil toplumcu-sendikal bir alana sıkışmış sosyalistlerin kafasını kaldırması ve mevcut durumu sorgulaması ile oluşmuş halk mücadeleleri hücreleri ya da öbek öbek ve kendiliğinden gelişen işçi sınıfının hak mücadeleleri mevcutken bunların öncüleri işte o sosyalist hareketin içerisinden gelmişlerdir.

Sosyalist hareketin anlık statik görünümü üzerinden sosyalist hareketin dinamik yapısını görmeden biz işçi sınıfını örgütleyeceğiz lafzı politik ve örgütsel anlamda kadroların önüne hiç gelmeyecek midir? Her zaman biz onlardan değiliz lafzını duyan kadrolar, işçi sınıfını örgütlerken siz kemalistsiniz, siz birlikte mücadele etme pratiklerini bilmiyorsunuz parmak işaretleri görünce far tutulmuş bıldırcın gibi kalmalarını engelleyecek polemik kültürünü nerede öğrenecek peki. TKP işçi sınıfını nerede örgütleyecektir? Sosyalist hareketin de içinde bulunduğu alanlarda. Zira düzenin krizi, derinleştikçe sadece TKP için değil diğer sosyalist hareketler için de toplumsallaşma imkanları sunacak. Ve TKP’nin sosyalist solda ittifak görüşmeleri yaptığı siyasi yapıların çok üzerinde bir çeşitlilik var. Ancak yerelde merkezin toptancı politikalarının yerine daha esnek olmak gerektiğinde düzeyli bir polemik kültüründen de mahrum bırakılmış kadrolar ya alanı terk edecek ya da örgütsel olarak apolitikleşecekler. Bir süre sonra biz başka alanlar açarız lafzı da bir işe yaramayacak. Zira bir sürü yapının içinde ya da bağımsız olarak Aydemir Güler’in sosyalist hareketle çektiği kalın çizgilere uymayan yüzlerce kadro var ve bu kadrolar için sınıf siyaseti alanında karşılıklı parmak sallamalar sosyalist hareketin geneli için pek de ilerletici olmayacak.

Solda birlik meşruiyeti sadece hadi toplanın birlik olun gibi bir şey değil. Bize sormadan böyle bir kararı nasıl alırsınız diye salvolar da geliyor. Ya da biz bu arkadaşlarla böyle bir karar aldık siz de buna uyun gibi baskılar da gelecek. Bunun karşısına birlik mirlik itemezük le çıkmak zayıf kalacaktır.

Yani alanda ve sokakta üzerlerine gelen salvolara karşı çatır çatır ağzının payını verecek kadrolar yetiştirmek gerek. Bu da polemik kültürü ile ve sosyalist harekete karşı sürekliliği sağlanmış tutarlı bir ideolojik ajitasyonla olur. Aman bu işlere hiç bulaşmayın demekle olmaz. Çünkü sen polemik yapmasan da senin hakkında yapılıyor; sen o alanda olmasan da onlar seni buluyor. En azından bunu etkisizleştirmek gerekiyor.

Sosyalist hareketi toptan dışlamak yerine dayanışmayı belli ilkeler ile örmek, dinlemiyorlarsa dinletmek, anlamıyorlarsa anlatmak her halükarda daha yapıcı ve işlevsel bir tutum. Yani Aydemir Güler’in deyimi ile “Sendromun TKP üzerinden dışa vurulması rastlantı değildir. En özet haliyle, solda yakın geçmişte ortaya çıkan bir yönelime göre, TKP “birlik bozucu” davranmaktadır: Arayıp sormaz, burnunun dikine gider, kendi başına kararlar alır durur!” eleştirileri boş değil ve rastlantı da değil.

Tekraren burada da ortalama sosyalist bilinç methiyeyi hak ediyor. Burada mücadele vereceğiz ve dostlarımız da rakiplerimiz de dostumuz olan rakiplerimiz de burada…

Sosyalist hareketin içinde.

5-      Karanlıklar İçinde Parlayan Kızıl Bir Yıldız Komünist Belediyecilik:

Günlerdir ekranlarda, sosyal medyada komünist belediyecilik anlatılıyor. Öne çıkan vurgular ise şöyle: Ranta karşı kaynakların halk için kullanılması, hırsızlık-rüşvet ve kaynak israfının önlenmesi, birlikte yönetim, doğaya tarihe ve kültüre uyum, belediye çalışanları ile birlikte yönetim ve ücretlerinin arttırılması. Kamuoyunun bilincinde komünistlerin halkın kaynaklarını çalmayacakları, dürüst ve şeffaf yönetecekleri konusunda zaten bir fikir var. Bu fikri daha çok Fatih Mehmet Maçoğlu şahsında ve örneğinde kamuoyunda oluşan sempatiye borçluyuz.

Sempati diyorum çünkü mesele sosyalist hareketin dışındaki halkın bilinci olan kamuoyudur. Ancak kitle iletişim araçları, düzen siyasetinin kontrolünde olduğu için, bu kamuoyunda oluşan sempatiyi bilinçli ve sistematik biçimde dezenformasyona uğratıyorlar. Bu dezenformasyon araçları ise Maçoğlu patates mi ekecek, Köyüne dönsün ne anlar Kadıköy’den, Kadıköy ile bir ilgisi mi var?, Kadıköy’de işçi mi var şeklinde uzayıp gidiyor. Bu saldırılar karşısında savunmaya geçmek ise istemsiz bir davranış olarak ana hattı kaydırıyor. Kitle bilinci de doğal olarak bundan etkileniyor. Sempati oy davranışlarını etkiler ancak bu etki dezenformasyona açıktır. Ve bir bilince dönüşmediği sürece de hemen karşıtına dönüşme ihtimali vardır. İşin ilginci kendilerine sosyalist diyen rakipler de bu dezenformasyona payanda oluyor.

Düzen siyasetinin kendisine olan ideolojik ve politik manevralara güçlü cevap verebilme yeteneği var. Konu yerel seçimler olduğu için de hemen vaad belediyeciliğini ön plana çıkarıyor. Projeler, halka yardımlar ön plana çıkıyor. Yerel seçimler genel politik tercihlerin ötesinde somut talepler ve insanların yaşayış ve çalışma alanlarının iyileştirilmesi üzerinden de şekillenir. Kitle bilincine yıllardır çalıyorlar ama yapıyorlar, Merkezi yönetim imkânlarını kullanamayan belediyeler güçsüz kalır, yapılan projeler ekonomik canlılık getirir gibi palavraları işliyorlar. Hemen hemen herkes Seçilen Belediye Başkanının ofisinde ve yönetiminde rantın döneceğini, yandaşların zenginleşeceğini bilir. İktidarı muhalefeti fark etmez bu bir ön kabul olarak ortada durur. Bunun karşısına politik ve ideolojik bir kampanya diliyle çıkmak malumun ilanından öteye gitmez. Dolayısıyla gündelik geçiminin peşindeki emekçinin zihninde somut bir talepler zinciri oluşmaz. Peki neden biz halka vaadler sıralamayız. İdeolojik olarak biz de vaadlerin halkı kandırmak anlamına geldiğini, projelerin rant ile anıldığını düşünüyoruz ve bu bize ahlaksızlık gibi geliyor. Ancak ortalama halk bilincinin yerel seçimlerde beklediği budur.

Aksine komünist belediyecilik tam bir planlamayı, kalkınmayı, istihdamı, kültür sağlık ve çevresel açıdan hayat standardının arttırılmasını öngörür. Tam bir Kamuculuk Projesidir. Projelerin kallavisidir komünist belediyecilik. Neden halka bunları daha çok vurgulayarak anlatmayalım.

Ancak biz zor yolu tercih ederek düzenin oyununa mı geliyoruz yoksa ideolojik dönüştürme misyonu ile zaten malumu ilan ederek etkimizi mi azaltıyoruz buna karar veremedim. Ya da ideolojik tercihlerin bir sonucu olarak mı buraya geldik bilmiyorum o yüzden İki seçim için öngörülen komünist belediyecilik manifestosunu gözden geçirmek gerekiyor. Biri 2019 seçimleri için[7] diğeri ise bu yerel seçimler için[8] olan. 2019 için olan daha somut ve gündelik geçim derdindeki emekçilere hitap ediyor ve bu haliyle sınıf siyasetine daha yakın. İkincisi ise düzen siyasetini eleştiren ve kitlelerin bilincinde daha soyut bir yerde kalıyor. Düzen partileri ile yarışırken onların kulvarlarına elimizdeki sınıf siyasetinin silahlarından mahrum kalarak giriyormuşuz gibi bir izlenim alıyorum. Ancak daha vakit var ve halka daha somut yapılacaklar listesi sunmamız gerekiyor.

Bu örnek ise, 2019’daki komünist belediyecilik manifestosuna en uygun yaklaşımı barındırıyor. Aday olduğu İli tanıyan, sorunlarını bilen, emek mücadelesi içinde bulunmuş emekçi bir adayın, kazandığında neler yapacağını tek tek somut olarak içeriyor. Ve şimdiye kadar duyduğum en iyi aday konuşması.[9] Bu vesile ile Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Adayı Sayın Nazlı Ece Mutluyu tebrik ediyorum çünkü ortalama halk bilincine hitap ediyor.

 

 

 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zorunlu Bir Kadro Eğitimi Gerekçesi İle Oya Dönüşmeyen Siyasi Etkinlik Nedir?

Esir Alınmış TKP

Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi Tanıtım Konuşması