Yumuşama, Normalleşme, Gevşeme En Sonunda Bilumum Lakayitleşme ve Siyasetin Kişiliklere Hapsedilmesi Üzerine... Kişi Kültü Kimlerin Canını Yakar Kimlere Rehber Olur ve Stalin’in Hayaleti..!

 Hep işçi sınıfı işçi sınıfı diye “slogan” attığım için beni artık okumayacağınızı düşünerek Weberyan[1] bir analiz yapıp meseleyi yine sonunda işçi sınıfına bağlayacağım. Olsun yine de ufkunuz açılacak ve ezberiniz bozulacak ve keyifli olacak diye düşünüyorum. Yapamazsam da bana hiç acımayın ve acımasızca eleştirin.

O zaman başından başlayalım…

Temel mesele, İktidarın gücünü, sadece bu gücü paylaştığı çeperindeki iktidar odakları üzerinde değil hükmedilenler üzerinde kullanmasını sağlayacak, “moda” tabirle rıza; “alaturka” tabir ile sözleşme inşa etmesine bağlıdır. Bu inşa iki türlü gerçekleşir:  Ceza ya da ödül ya da çeperindekilere ve ipi tutanlara ödül; hükmedilenlere ceza ile. İktidar gücü, doğal olarak şiddet kullanma ya da ödüllendirme gücüdür. Ancak hiçbir iktidar bütün nüfusu şiddet kullanarak ya da ödüllendirerek bir sözleşmenin hükümlerine uyulmasını-rıza gösterilmesini bekleyemez. Bu yüzden bir meşruiyet[2] oluşturmalıdır.

Jean Jacques Rousseau’nun dediği gibi “En güçlü, gücü, hakka ve itaati, göreve dönüştürmedikçe asla yeterince güçlü değildir.” Bu yüzen iktidar, gücünü kullanırken bunu haklı, yasaya uygun ve üzerinde çoğunluğun rıza gösterdiği izlenimi yaratmalıdır. Zira İktidarın sahipliği toplum içinde rekabete ve çatışmaya her zaman açıktır (Biz buna sınıf savaşı diyoruz). Günümüzde sermaye düzeninde yaşıyoruz ve sermaye düzeninin iktidar koltuğunda oturanlar doğal olarak tekel patronları, uluslar arası emperyal tekelci kapitalist tröstlerdir. Ancak bunlar kendi içlerinde de rekabet halinde oldukları için bir Cumhurbaşkanlığı koltuğuna Koç’un ya da Sabancılar’dan birinin ya da Beşli çeteden birinin oturduğunu göremezsiniz. Ya da Amerikan Tröstlerinden birinin Coniysi, Alman tekellerinden bir Ceo olan Hans’ın bu koltukta oturduğunu düşünsenize..! Bunun için NATO, AB, IMF, Dünya Bankası, gibi kurumlar ve onların satın aldığı besleyip büyüttüğü Siyasetçiler vardır. Bu çatışmalı iktidar oyununda Sömürgenlerin birbirlerine karşı çıkarlarından çok ortak çıkarlarını korurlar. İktidarı ve muhalefeti ile Burjuva siyaset efendileri asker, polis, mahkeme olmadı seçimler yolu ile gazete ve medya (+sosyal) aracılığı ile aydınlar ya da akademi ile rıza üretirler.

Şimdi burada söylediklerimizden ekonomik krizin pik yaptığı, IMF programı ile işçi sınıfı için kemerlerin daha da sıkılacağı, işsizliğin artacağı, fakirden zengine sermaye transferinin tüm hızı ile devam edeceği, çalışanın açlık ücretine mahkûm edildiği, emekliye harçlık verildiği, işçinin grevinin jandarma polis mahkeme ile ezildiği, tam da sınıf mücadelelerinin sertleşeceği zamanlarda Yumuşama, Normalleşme, Gevşeme adı altında yapılan kepazeliğin ne demek olduğunu daha iyi anlayacağımızı düşünüyorum.

CHP, iktidarın yarattığı politik-iktisadi kutuplaşma karşısında toplumda bir ihtiyaç haline gelen çatışmasızlık ve diyalog ihtiyacını alıp yine iktidarın ayaklarının dibine bırakmıştır. Haa burada iktidar derken AKP’den ya da Erdoğan’dan bahsetmiyorum O ipi yerli-yabancı patronların elinde olan bir iktidar sembolü o kadar. Hâlbuki CHP’yi belediye seçimlerinde galip bir pozisyona getiren halkın oylarını kendi bileğinin hakkı ile almış olması değildir. AKP’den kurtuluşun bir reçetesi olarak halkın önüne konmuş bir muhalefet tabiî ki yine iktidara kazandıracak. Patronlar kazan kazan stratejisini iyi bilir. Halk kurtuluş ve hesaplaşma isterken, olan yumuşamadır. Bu şimdilik tutmaz ancak politika inşa edilen bir süreçtir. Kimseden eylemli bir ses çıkmazsa halk bu zokayı yutar ya da amaaan sende der. En tehlikeli pozisyon da bu aman sende pozisyonudur.

Devam edecekler. Yok biz öyle demedik diyecekler. Buna rağmen bu tip al-ver oyunlarının ipliğini pazara çıkartacak sosyalist hareket ise bak işte bunlar bunu yapıyor diye halka şikâyet etmenin ötesine geçemiyor. Malumun ilanı kitlelerde bir heyecan oluşturmaz. İş üzerinde görülürsün o kadar. Sosyalist hareketimiz tam da pratikte sertleşeceği yerde teoride analiz kasıyor. Gençlik hareketi Filistin konusunda iktidarı ciğerinden yakalamışken 1 Mayıs sonrası içeri tıkılan gençlik için CHP’ye lanetler okundu tamam ama yeterli değil. 6 Mayıs Denizler anmasında bir avuç kitle ile Saraçhanede de direnen yapılar, 1 Mayıs göz altılarına da atıfta bulunarak, babalar gibi Denizler anmalarını gerçekleştirirken sosyalist hareketin iki kitlesel partisi 6 Mayıs Denizler anmasını “coşkulu” ancak yaşanan saldırılara atfen de olsa hiç girmeden kendi bildikleri gibi gerçekleştirdi. 6 Mayıs bir nevi sosyalist hareketin kitlesel güçlerinin gençler ile dayanışma sorumluluklarını üzerinden almış oldu. Sınıf hareketinin kuralıdır: Genel gündemler o gününün acil ihtiyaçları ve gündemleri ile birlikte ele alınıp ajitasyonu yapılmalıdır. Sorumluluklarınızı unutursanız birileri kulaklarınızı çeker; iyi de yapar.

Hadi TKP’nin direngen ve sınıf düşmanına bedel ödeyen bu sosyalist yapıları Kürt liberal hareketi ile iltisaklı görmek gibi bir “bahanesi” var da EMEP, bir de üstüne bu gençlere ve genç işçilere “Taksimci küçük-burjuva radikalleri” diye akıl vermez mi? Hâlbuki Kürt Hareketinin Liberal Sol önderliğinin 1 Mayıs’da millet halay çeksin diye bir propaganda otobüsünden başka cismi görülmezken.

Bunlar, böyle fırsatları bilerek ya da bilmeyerek kaçırıp işçi sınıfı içinde bir hegemonya ya da meşruiyet kurarak Devrim yapacaklar öyle mi? Burjuvazi iktidarı-muhalefeti ile işçi sınıfına karşı hem de teorik ve pratik bir meşruiyet kurarken bizimkiler de kendi başına didinip dursun. En azından işçi sınıfı dolayımı ile pratikte bileşik bir mücadele örmek için senin kaşın kara dememek gerek. Yumuşamaya karşı sert olamıyorsanız kendinizi karşı saflarda bilin. Sınıf mücadelesinin kanunudur işçi sınıfı ile bir ve bütün olamıyorsan bir bakmışsın karşılıklı iki düşman siperin ortasındasın. Burjuvazi komünistlere sıkarken belki hedef gözetir de komünistler kendi siperinin dışında hareket eden her şeyi vurur haberiniz olsun.

Dalmışım pardon… Weberyan analize geri dönelim. Siyasetin kişiselleşmesi kitle-sınıf siyaseti yapanlar için kötü bir şey değildir. Yine yasal ussal meşruiyete (aşağıda açıklayacağım) dayanma iddiasındaki bizim sosyalist hareketimiz veryansın ediyor: “Siyaseti kişilere hapsettiler..!” etsinler kardeşim kriz zamanlarında bizim hanemize yazar. Çünkü bu kişiler-efendiler halkı ikna etmek için ıkınıp durur. Ve bütün çelişkileri de işkembelerinden dökülür. CHP, halk tarafından çelişkileri ciğerinden yakalanmış bir reisler manzumesine neden kişisel olarak saldırmıyor da “yumuşayalım-normalleşelim” break dansı yapıyor zannediyorsunuz…

Kitlelere ilk bakışta karmaşık ve dolaşık görünen politik ve ideolojik fikirler belli özneler (kişi yada kurum) etrafında inşa edilen belli semboller oluşturularak, bu semboller üzerinde meşruiyet yaratılarak verilir. Oluşturulan meşruiyet hegemonya-tahakküm[3] kurmanın temel taşıdır. Aşağıdaki şekil Weber’in klasik meşruiyet tanımının özetini oluşturmakla birlikte modern bir biçim veriyor. Weber’in klasik yorumunu Marksistlerin de kullanabileceği biçimde değiştirdim ve diyalektik bağlamlar oluşturdum. Ancak özü aynıdır. Burada Marksistlerin terimleri ile paralellikler de kuracağım.

Ön varsayımlar:

1-      İlk olarak belirtmek gerekir ki modernizme geçiş aşamasında olan politik dünya içinde Max Weber’in kendi döneminde (1864-1920) mevcut siyasi nesnelliğinde belirlediği (aşağıda göstereceğimiz) 3 meşruiyet-otorite tanımını ayrı ayrı inceleyebileceği birbirinin içine geçmemiş somut örnekleri bulabileceği aşikârdır. Günümüz modern toplumları Weber kavramsallaştırmasına göre yasal-ussal meşruiyet tanımı çerçevesinde belirlense de yer yer birbirinin içine geçmiş olarak 3 meşruiyet tanımının da varlıklarını sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Örneğin geleneksel meşruiyet tanımı içerisinde tanrı-kral artık yoktur. Meşruiyetini kiliseden ya da ulemadan alan bir kral bulunmasa da hala din kurumu siyasal konumlanışta etkindir. Egemenlik-iktidar kavramı milli egemenliğe doğru evrilmiştir; buna rağmen siyasal düzen soyut bir biçimde topluma yabancılaşmış kendi meşruiyetini kendinden alan bir sürekliliğe ulaşmıştır. Benim devletim benim polisim lafları boşuna değildir.

2-      Burada otoriteyi tartışmanın bir gereğini görmüyorum. Zira otorite bir güce erişmiş olmayı ifade eder. Meşruiyet ise bununun kaynağını belirtmesi bakımından bitmiş değil sürekli kendini yeniden oluşturması gereken bir süreçtir. Konumuz da budur. Ayrıca Weber’in kavramsallaştırması hükmedilenlerin hükmedenlere karşı çıkmasına neden olan koşullar bakımından bilgi içermez. Bu açıdan bakıldığında Marksist analize göre üstyapısal çözümlemeye tekabül eder. Ayrıca Marksizm bu konuda daha derinlikli analizler sunar. Ayrıca bu meşruiyet tanımlarında görüleceği gibi hemen hepsi bir sınıfın iktidarına takabül eder. Örneğin Geleneksel meşruiyet feodalizm. Karizmatik meşruiyet feodalizmden burjuva iktidarına geçiş (Sınıf iktidarlarının geçiş aşamaları hep Karizmatik Meşruiyete ihtiyaç duyar çünkü yerleşik inançların var olan kurulu yasa düzeninin hızlıca değişmesi gerekir. Bu hızı sağlayacak otorite bir lider ya da bir liderler topluluğudur). Ve burjuva düzeninin yasal-ussal meşruiyeti. Marksizm buna burjuvazinin sömürü yasalarının akla uygun olması gerektiği inancını yayarak bir nevi fetişim tahlili yapar. Yine de sosyal siyasal devrim yerleşmiş tarihsel altyapısal birikimlerin ve sınıfların üzerinde kurulan bir üstyapısal kopuştur. Bu haliyle yeni yeni tartışılmaya başlanan ve sıklıkla dillere gelen hegemonya kavramının ilk durağı meşruiyet kavramını yerli yerine oturtmaktır.

3-      İktidar gücü hep zor kullanma, baskı ve ceza kavramları ile özdeşleştirilmiş durumdadır. Korku ile motive etmeye dayalı bu bakış açısı dolayısı ile hep eksik kalmıştır. Ancak meşruiyet alanı bir sözleşmeye ve rıza ya dayanır. Burada da ödül, motivasyon ve özdeşlik gibi kavramlar hep dikkatten kaçmıştır. Aslında Weber bunu dillendirmese de ortaya attığı 3 Meşruiyet tanımı da bir Özdeşleşme üzerine kuruludur. Kişi modern toplumda kapladığı-edindiği moral değerlere göre bir tercih yapar ve bu tercih de çoğu zaman birinden diğerine ağırlığı değişse de üç meşruiyet tanımının hepsini birden içerebilir.

4-      Başka bir varsayım da günümüzün kitle iletişim araçlarının oldukça geliştiği ve yaygınlaştığı propaganda ve karşı propaganda yani iletişim çağında Weberyan meşruiyet tanımlarının hepsi birlikte bir kişi ya da kurum için, yani özne için, yoktan var edilebilir olduğudur. Gerçeklerin su yüzüne çıkmak gibi bir huyu olsa da kısa süreli tercihler için uzun süreli iktidar-otorite kurulduğu bir siyasal atmosferde, örneğin siyasi seçimler gibi,  güçlünün borusu öter ve kendi meşruiyet kaynağını yaratmaya ehil olur. O yüzden güç’e karşı güç oluşturmak için örgütlenmek gerekir. Ve bu da toplumu şok edici önlemleri çağırmak demektir. İktidarın meşruiyet krizleri toplumun geneli için sancılı bir süreç olsa da bu dönemlerde önce çıkan hep Karizmatik meşruiyettir.

 


Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi klasik Weberyan meşruiyet tanımlarını birbiri ile kesişen kümelere çevirmemin nedeni modern toplumlarda birbirinden bağımsız ideal bir meşruiyet tanımına izin vermeyen ekonomi-politik konumlanışın ve çeşitliliğin olduğu gerçeğidir. Şöyle ki emperyal kapitalizm kendi çıkarlarını korumak için tam bilgiye sahip olan özgür birey istemez ki bu birey yasal ussal meşruiyet alanında tercihler yapsın. Tamamen kurulu düzeni yıkacak, yasaları ve gelenekleri aşacak bir lider istemez ki bu, onun kurduğu bağımlılık ilişkilerine tehdittir. Yerleşik inançların ve geleneklerin boyunduruğunda kalmış birey ya da bireyler topluluğu da istemez ki bu piyasa ilişkilerini dışlayan daraltan bir kapsamdır. Bu yüzden toplumsal ilişkiler ağı, yani üst yapı bu meşruiyet türlerinin hepsiyle birlikte karşılıklı diyalektik ilişkiler içinde birbiri ile geçişlidir.

Yukarıdaki tabloda Marksizmin toplumların anlık ekonomi-politik fotografında hem geçmişin hem de geleceğin nüvelerini birlikte taşıdığı tezine uygun bir iç içe geçişlilik görünüyor. Var olan nesnellik hem yeninin hem de eskinin nüvelerini birlikte taşır. Aslında yukarıdaki tablonun tek tek ayrıntılarını Marksizme göre yorumlayabiliriz ancak yazının kapsamını aşar ve çok uzatır. Bunu biraz okuyucuya bırakıyorum bunun üzerinde biraz düşünün temel bazı verilerden analizimize devam edelim.

Politik iktidar formasyonu değişiklikleri bir meşruiyet krizini işaret eder ki kriz koşulları Karizmatik liderlikleri ön plana çıkarır. Benzer biçimde burjuva düzeninde uzun süre kalmakla birlikte emperyal kapitalist burjuva düzeni sürekli iktisadi krizler içinde olduğu için de sürekli meşruiyet krizleri ile boğuşur. Sosyal-politik krizlerin meşruiyet zemini de daha önce kurulmuş meşruiyet zeminin parçalanmasına binaen ki daha çok karizmatik meşruiyet üzerine kurulmuştur.

Modern burjuva toplumun kişiler üzerinden siyaset yapmasının nedeni kendi çıkarına ulaşmada belli semboller üzerinden kitleleri manipüle etmeye daha elverişli olmasıdır. Ayrıca bir liderin değeri tükendiğinde ötekini öne sürebilir. Toplumların niteliğine göre ya da o andaki konumlanışına göre geleneksel ya da yasal-ussal meşruiyete kolayca geçiş yapabilir. Bu ona esneklik kazandırır. Ayrıca Burjuvazi elindeki medya desteği ve iktisadi güç ile karizmatik meşruiyet yaratma imkânına sahiptir. Zaten yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere tam merkezde karizmatik meşruiyet vardır.

Modern burjuva (sınıflı) toplumunun kitlelerinin temel meşruiyet arayışı, yani tarihsel diyalektik bağı, ya adaleti sağlamak için geleneksel meşruiyetten yasal-ussal meşruiyete doğru bir akıştır ya da hakkı tesis etmek için yasal-ussal meşruiyetten geleneksel meşruiyete doğrudur. Burjuvazi bu toplumsal istenci manipüle eder. Çünkü toplumların istencinin yönü ilerlemeye binaen adalet olmasına rağmen hakka razı olurlar. Adalet eşitliği vurgular; hak ise kazanımları. Tabi ki bu kazanımlar anlık burjuvazinin kazanımlarıdır. Çünkü burjuvazi kendi kazanımlarını toplumun aleyhine çoklaştırmak ister (sermayenin tipik eğilimi) dolayısı ile daralan kazanımlarını korumak için halk iktidardan hakkını ister. Adalete giderken hakka razı olmuşlardır. Geçmiş olsun. Burjuvazi bu istenci hak lehine manipüle ederek kendi kazanımlarını halkın kazanımları gibi göstererek istediğini almış olur. Toplumun önüne de bir kurtarıcı atmak çok iyi bir yöntemdir.

Buna çok ikonik bir örnek verelim. Hatırlar mısınız bilmem ancak kısa bir hatırlatma için aşağıya linkini bırakıyorum.[4] Necdet Sezer’in Bülent Ecevit’in kafasına Anayasa Kitapçığını fırlatması örneği. Bu örnek belki zamanın sıcaklığında farkında değildir Necdet Sezer ama Türkiye’deki yasal-ussal meşruiyet arayışının da sonu olmuştur. Aslında anayasa kitapçığı Necdet Sezer’in kendisine ve onun gibi düşünenlerin kafasına gelmiştir. Yani toplum adalet ararken hakka razı olmuştur. Burjuvazi de istediğini almıştır. Biraz açalım:

İktisadi krizlerle boğuşan toplum, koalisyon hükümetleri sürecinde bir türlü istikrarı yakalayamazken topluma Ecevit’in karizması altındaki ekonomik program ile kurtuluş gösterilmiştir. Aslında bir IMF programı olan program yolsuzluklar için (yabancı sermayenin güvenliği) bir takım düzenlemeler getirirken mevcut sisteme alışkın yerli egemenler buna direniş göstermiş. Kafaya gelen Anayasa Kitapçığı ile Ecevit’in karizması çizilmiş ancak asıl neden gizlenmiştir. Necdet Sezer çelişkinin ekonomik program etrafında değil Fazilet Partisinin kapatılması konusunda olduğunu çok sonra söylemiştir. Kitapçık olayından sonra yaşanan büyük devalüasyon ile aslında çizilen karizma Ecevit’in karizması değil yasal-ussal meşruiyetin karizmasıdır. Bu sayede mevcut eğemen ekonomik elit tasfiye edilerek daha Amerikancı siyasal İslam sermayesinin önü açılmıştır. 28 Şubat’ın da intikamı alınmış olmuştur. Gerçi tam değil; daha sonra… Bir Anayasa kitapçığı ile iki kuş… Kemalistler hep siyasal-islam tehdidi ile manipüle edilmişlerdir. Haksız değillerdir, ancak Kemalistlerin iktidar kurarkenki toplumsal bağları hep zayıf kalmıştır bunun içinde stratejileri başarısızdır. Bir stratejileri var mıdır? Tartışılır. Acı reçete… Bundan sonrası Kurtarıcı mitosu Türkiye siyasal hayatına eğemen olmuştur. Mesela Kemal Derviş yasal-ussal bir meşruiyet tipine yakın karizmatik meşruiyet gibi görülse de burjuvazinin haklarını savunarak acı reçeteyi halka yüklemiştir. Ve siyasal-islam’ın önünü açmıştır. Yasal-ussallıktan geleneksel meşruiyete bir köprü… Karizmatik Meşruiyet tipine göre de bir halk yaratılması gerekiyordu medya ve ekonomi kullanışlı araçlar. Kimlikçilik siyaseti… Toplumun samimi Müslümanlarını ajite et, libarellerini ajite et, Kürtleri ajite et… Sonrası?

Sonrası tamamen karizmatik meşruiyet örneği olan Recep Tayyip Erdoğan’dır. Geleneği gelecekle buluşturan karizmatik bir lider. Kitlelerin özdeşleme kurduğu halktan biri… Anlatacak yüzlerce örnek var anlatmaya gerek yok. Bunu yapan onlarca yazar var. Şimdi bir Sarayın içinde oturduğuna ve son seçimi kaybettiğine göre Karizmatik Meşruiyetini kaybetmesine ramak kala CHP lideri her ne kadar saçına başına çekidüzen verse de makama saygı diye bu Karizmaya doğrudan saldırmıyor. Neden? Demek ki emperyal kapitalizmin “Reis” ile işi bitmemiş.

Şimdi bizimkilerin “siyaseti kişiselleştiriyorlar; siyaseti kişilerden arındırmak bir program etrafına çekmek gerek” serzenişleri boşunadır. Küçük-burjuvaya masallar… Siyaset iklimi değişmiştir. Sol yasal-ussal meşruiyet kurma iddiasını bilimsel sosyalizmden alır ama kitle ve işçi sınıfı öyle değil. Kitlelere sınıfı bilincini dışarıdan taşıyalım tamam da hadi taşı bakalım! Sosyalist solda karizmatik meşruiyet yaratacak bir lider yok. Hep tarihe atıf; şimdi yoksa boş laf. Sadece Denizleri Mahirleri Kaypakkaya’ları Stalinleri Leninleri anmakla olmuyor bu iş. Analım tabi ki de o başka. Filmin adını bir türlü hatırlamıyorum ancak uzun zaman önce izlediğim filmde o sahne hiç aklımdan çıkmıyor. Bir kilise papazı kiliseyle bağlantılı bir okulda öğretmenken uyuşturucu ve çete savaşlarından ölen öğrencisi için oldukça üzüntü duyuyor. Öğretmenler odasında oturmuş, elinde haç öğretmenlere üzücü bir konuşma yaparken birden ekran ona dönüyor ve “Kahramanları ölü olan bir fikirden kimseye hayır gelmez” diyerek omzundan aşırarak haçı fırlatıyor ve arkasındaki çöp tenekesine atıyor. Bu sahne benim hayatımda benim düşünce yapımı kıran olaylardan biridir. Bize yaşayan karhamlar gerekir. Ancak batı kafası ile yasal-ussal meşruiyeti savunarak aydınlamacılık propagandası yaparak olmaz bu iş. Lenin Marksizm’e Özneyi boşuna mı ekledi. Proletarya Devrimi Avrasya ölçeğinde Doğu-Batı karması olan bir toplumda boşuna mı yapıldı. Türkiye’de böyle. Çubuğu Batı’dan büküp Doğuya kaydırmak Özneye gelmek gerekiyor. Ancak 1990 ların tartışmaları ile sosyalist harekete psikolojik tahliller sokarak değil onlar da batıdan gelme. Özne’nin dar hizip çalışmasında içine düştüğü bulanımdan bize ne? Kitleleri örgütlemek için Mao’da okumak gerekiyor.

Bizimkiler karizmatik meşruiyet konusunda ne yapıyor peki? Pratik ney? Hatay’da Karizması olan Barış Atay yerine Gökan Zan aday yapılıyor sonra olaylar olaylar. Az buçuk toplumsal Karizma sahibi Maçoğlu gidip Kadıköy’den aday gösteriliyor (Tercih konusunda TKP’ye eleştirim yok; Onlar punduna getirilmiş görünüyor. Yöntem konusunda eleştirim var. Ancak ittifakta söz sahibi olamaması sorgulanmalı. Bunun için uğraşmadılar desem yalan olur. Demek ki SMF Maçoğlu’nu tasfiye etmek istemiş).

Haaa unutmadan ekleyelim seçimlerde işçi sınıfından aylar gösteriliyor. Ancak bu görev savmanın dışında bir işe yarıyor mu bilmiyorum. Zira normal zamanlarda bu işçi adayları partinin kurullarında, çalışmalarında açıklama yaparken ya da başka bir bağlam dolayısıyla topluma siyaset yaparken görmüyoruz.

Sosyalist sol’un şefleri ne toplumsallık konusunda kendileri bir karizma olabiliyorlar. Ne de oluşan karizmaları yükseltmek istiyorlar; Yükselttikleri karizmalar da toplumla bağı olmayan kendi iradeleri olmayan laf söz dinleyen sinik bireyler. Yer mi bunları işçi sınıfı. Zira Merkeziyetçi Parti’nin içinde karizma bölünmeyi doğurur korkusu her şeyin ötesine geçiyor. Dükkân önemli animallah koltuk elden gider. Ki örneği de onlarca vardır. Haklılar mı demeden edemiyor insan. O yüzden yasal-ussal meşruiyet ideal. Merkez Komite kararıyla atarsın partiden olur biterJ)

Karizma derken bahsettiğimiz de kendi başına buyruk bireyci, kariyerist insanlar değildir. Ancak karizmatik meşruiyetin de bazı şartları vardır. Şemada gösterdik. Belli bir yasal-ussal lığın üzerine oturmuş karizmatik meşruiyet hem kurumlar için hem de birey-önder-öncüler için gereklidir. Ayrıca bir kişiden de bahsetmiyoruz. Bolşevik parti deyince aklımıza onlarca kişi geliyor değil mi? Tabi bunda yapılmış bir devrimin de avantajı var.

Ancak Karizmatik Meşruiyet derken Stalin’i anmadan edemeyiz. Yasal-Ussallığın üzerine oturmuş eşitsiz gelişme koşullarına tabi olmuş bir kurtarıcı. Ezilen Halklar için bir Aziz. Öyle ki SBKP sini ve Sovyetleri revizyonizme çekmek için parti içinde gelişen küçük-burjuva aydın kesimi önce Stalin’in kişiliğine saldırmıştır. SBKP 20. Kongresi’nin sonucu proletarya diktatörlüğünü tasfiye etmek, Sovyet ekonomisini küçük-burjuva unsurların iradesine açmak, kapitalizm ile barış içinde bir arada yaşamak için aşması gereken ilk baraj Bolşevizmin Yasal-ussal meşruiyeti ile donanmış karizmatik meşruiyete saldırmak olmuştur.

Daha çok şeyler de yazılabilir ki yazılacaktır. Yani bu kadar yazdıktan sonra kısaca demem o ki, toplumun ürettiği bütün üstyapısal olgular daha sonra tasfiye edilmek ve daha iyisi kurulmak üzere sınıf mücadelesinde bir araç olarak kullanılabilir. Kimin için, hangi amaç doğrultusunda ve ne zaman kullandığınız önemlidir. Karizmatik meşruiyette bunlardan biridir. Karşıya almak, yok saymak yerine işlevini düşünmek gerekir. İşçi sınıfını örgütlemek,  onu devrime taşımak ve iktidarını kurup sağlamlaştırmak için her yol mubahtır. Lenin’in Marksizme getirdiği Özne tanımı bunun için getirilmiştir. Durağan değil dinamiktir.

Bu vesile ile işçi sınıfının hegemonyası konusunda meşruiyeti tanımlayarak bir yol daha almış bulunmaktayız. Bu konuda yazmak güzel oldu. Devam edeceğiz. Takipte kalın.

  

 

 

 

 



[1] Max Weber, Alman sosyolog, Burjuva bilim insanıdır. Genelde “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” kitabı ile tanınır ancak meşruiyet türlerini tanımlaması ile siyaset bilmine güçlü bir kavram seti armağan etmiştir. Bu silahı kullanıp düşmana kurşun sıkacağız. Sonuçta hangi silahı kullandığın değil nereye doğrulttuğun önemlidir.

[2] Doğanın akışına, geleneklere, değerlere, bilime, hakka, yasaya uygunluk.

[3] Belki de artık hegemonya yerine tahakküm kelimesini kullanmak gerek. Tahakküm kelimesi her ne kadar baskı ve zorbalık anlamına gelse ve şiddeti çağrıştırsa da hegemonyanın da şiddet içermediğini kimse söyleyemez. Bir sınıfın diğeri üzerinde kurduğu baskı sonuçta dalga geçilme, dışlanma, marjinalleştirilme, hapse atılma ve idam ile sonuçlanabiliyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zorunlu Bir Kadro Eğitimi Gerekçesi İle Oya Dönüşmeyen Siyasi Etkinlik Nedir?

Esir Alınmış TKP

Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi Tanıtım Konuşması