Anamız Amale Sınıfıdır Ya da İşçi Sınıfının Yaramaz Çocuklarına Karşı Ben Anamın Teliğiyim..!

Analarımızın terlikleri genelde hedefi bulmaz; çünkü hedef gözetmezler. Kitlesel bir ortalama bilinç bütünlüğü olarak işçi sınıfı (tamamı için değil fakat içlerinden sınıf bilincine erişebilmiş ya da bu bilincin etrafında dolaşan büyük bir çoğunluğu kastediyorum), sosyalist harekete genelde zarar vermek istemez. Hatta gündelik bilinçlerinde onları yaramaz çocukları olarak görür. Bakmayın siz bunlar terööree diyen aymazlara; onlar sınıf tercihi düzenden yana yapmış lümpenlerdir. Gerçek hayatta kendi yaramaz çocuklarına karşı bu yalancıktan sinir gösterisi terliği enselerine yapıştırmak olmasa da sosyalist hareketi siyasal-politik olarak yalnızlaştırmak olarak vuku bulur. Sendikasına girmez, partisine oy vermez. Eylemlerine katılmaz. Sadece yolda sokakta bildiri dağıtırken bu çocuklar haklı deyip geçer. Çünkü bir güç fetişi[i] ve düzenin medyası tarafından kuşatılmıştır. Gündelik geçim mücadelesi onun politikaya katılmasına engeldir ya da öyle düşünür. Onlara göre politika zenginin avare işidir. Yukarıdakilerin kendisinden olmadığını bildiği halde acaba bu sefer mi diye kandırılır. Bu kandırılma durumunu tersine çevirecek olan yaramaz çocukları da kendisine benzemediğinde tercihinde yanılması da doğaldır. Ancak herhangi bir örgütlenme imkânı bulduğunda hemen sınıf kodlarına dönme imkânı vardır. Demek ki sosyalist harekete terliği enseye şaplatacak bir hatırlatma gerekiyor. Ben bu yazıda hem enseyi hedef gösterip hem de kısa tutmaya çalışacağım.

Şimdilerde birçok yerde işçi sınıfı içinde bir güç alanı bir güç bilmemnesi oluşturmak olarak formüle edilen bir şeyler okuyorum. Burjuva güç fetişine karşı işçi sınıfı içinde bir güç oluşturmak temelli bir strateji ya da strateji demeyelim de taktik diyelim. Daha birçok varyasyon da var tabiî ki. Tümü işçi sınıfına bilinç dışarıdan taşınır şeklindeki çok yanlış bir peşin hüküm üzerine kurulu. Günümüzün Marksistleri taktikleri strateji konumuna getirecek formülasyonlar peşinde, yenilgi dönemlerinde standarttır işçi sınıfı kendi hayatına döndüğünde “demokrasi” hareketine başka sosyal katmanlar aranır genellikle de küçük-burjuva unsurlar. Zira işçi sınıfı burjuvazinin zaferi ile iğdiş edilmiş, onun öncü kadroları da ya yok edilmiş ya da hapsedilmiştir. Geriye kalanlarla ancak bu kadar olur normaldir. Aslında atlanılan ve tarihe kalın puntolarla yazılmış tek bir strateji vardır; bu strateji de basittir: İşçi sınıfını örgütle..! Taktik ise ayağını bastığın işçi sınıfı zemininden, ara katmanlar üzerinde hegemonya (işçi sınıfının öncülüğünün ve onun iktidarının önceliğinin örgütsel ve politik zeminini kurmak) kur. Hegemonya Avrupa Marksizminin anlayışı ile sıkıntılı bir kavram ama buna daha sonra değineceğim.

Bu strateji taktik meselesinin başka boyutları da var. Konumumuz bu olmadığı için uzatmayacağım ancak SSCB ve Komünist Çin’in olduğu yıllarda (1960-1970’ler) Karşıt kampın konumuna (tanımına) göre türetilen bütün temellendirmeler artık çöp olmuştur. Onlardan geriye işin aslı kalmıştır. Bu devrim kanlı mı olacak kansız mı? Bunun da cevabı basit. Adı üstünde. Bundan önceki Devrimler nasıl oldu ise öyle olacaktır. İşçi sınıfının çıkarı neyi gerektiriyor ve onun öncüsü neye hazırsa taktik ve stratejiyi belirleyen yine o tarihsel kesit olacaktır. Yani tarihin akışının önü Zor yolu ile açılır. Öncelikle taktik ve strateji yapacak bir Kütle yani nicelik ve bir bilince yani niteliğe ihtiyaç vardır. Görevimiz de budur. Bir üst paragrafın sonunda özünü ortaya koydum. Ayrıntılar şimdilik önemli değildir. İşçi sınıfını şu an ilgilendirmez. Gündeminde de değildir.

Bir önceki yazıda Lenin’in getirdiği Ölçüt’e[ii] vurgu yapmıştım. Bu yazıda anamızın terliğini göstererek bunu biraz daha açacağım. Yani terliğin bulacağı hedef-enseyi tarif etmeye başlayabiliriz.

Doğru bir örneklendirme ve hedef tarifi için 1 Mayıs da dâhil 2 haftadır olan tartışmalara 23 Nisan’da Ulusal Egemenliğin ilanı ile başlamak gerek. Ayrıca 1 Mayıs’a giden süreçte sosyalist solun gündemi de sosyalist solun niteliksel ve ideolojik donanımını tespit etmek ve terliği ensesine yapıştırmak için önemli. Gündemde Anayasa tartışmaları, “yerli halkı enflasyonun düşeceğine ikna etmek” bağlamında kurulan Mehmet Şimşek programı, yüksek enflasyon ve emeklilerin durumu mevcutken işçi sınıfının en önemli gündemi ise Lezita Grevi idi. Lezita Grevine gelmeden önceki gündemler elbette işçi sınıfını doğrudan ilgilendirse de bu bağlam işçi sınıfı ölçüsünde değil de TKP tarafından cumhuriyet kazanımlarını korumak ve onun gerisine düşmemek bağlamında seçim zaferi elde etmiş CHP karşıtlığında kuruldu. Hedef alınan kitle nedir peki? Eski sol Kemalistler, chp’den yüz çeviren sosyal demokratlar ve işçi sınıfı ile organik ilişkileri olmayan Aydınlar. 23 Nisan’da yapılan etkinlikler ve TKP’li yöneticilerin yazdıkları bunun göstergesidir. Hemen Hakkını yemeden teslim etmek gerekir ki takip edebildiğim kadarıyla Lezita Grevini en istikrarlı destekleyen sosyalist hareket yine de TKP olmuştur.[iii] TKP’nin bu bakışı hemen kendi karşıtını da ortaya koymuş. TKP’ye her zaman yapılan kimlikçi siyasetin güdülediği ulusalcı yakıştırmaları içeren eleştiriler gelmiş, 1915 Ermeni katliamı üzerinden hiç alakası olmamasına rağmen cumhuriyetçiler eleştirilmiş yine alakası olmayacak biçimde bu eleştiriler TKP ile ilişkilendirilmiştir. Hatta daha da ileri gidilerek Maçoğlu’nun Dersim belediyesindeki borçları üzerinden haksız eleştiri salvoları yapılmaya başlanmıştır. Peki bu gündemlerin hedefi kim? Emperyalizm ile hemhal küçük-burjuva Kürt siyasi önderliğine şirin görünmek. Bütün bu gündemler yaklaşan 1 Mayıs’da işçi sınıfı içinde ses getirecek onu ajite edecek gündemler değildir. Sosyalist hareket farkında olmadan işçi sınıfının hegemonyasına eklemlenecek yan sosyal katmanları politik öznesinin ana unsuru haline getirmiştir. Yaşadığımız 1 Mayıs manzarası bundan ari değerlendirilemez.

1 Mayıs’a yaklaşıldığı süreçte ise DİSK’in ve CHP’nin 1 Mayıs’ı Taksimde kutlayacağız açıklamaları gelmiştir. Özgür Özel’in iktidara “Taksim’de 1 Mayıs’ı hizaya biz sokarız” açıklamasından ve hemen 1 Mayıs öncesinde sabaha karşı yapılan gözaltı operasyonlarından sonra olacaklar az çok belli iken sosyalist sol Saraçhane’de sarı sendikalar ve CHP’nin arkasında kapana kısıldı. Saraçhane’deki kitlenin Taksim’e yürüme iradesine karşın 4 sarı sendikanın oluşturduğu tertip komitesi ve CHP, kitlenin bu iradesine ihanet ederek Taksime çıkma iradesini hiç zorlamadan sosyalist hareketi alanda yalnız bıraktı. Sosyalist hareketin daha direngen unsurlarının polis barikatının önünde mücadele vermesi işçi sınıfı bilincinin namusunu kurtarmıştır. Kimin daha çok polis kaskına plastik bayrak sopaları ve damacana ile vurması tartışmaları da işçi sınıfının gündemi değildir. Önemli olan bir direniş gösterilmesidir ve bu direnişin sonrasında işçi sınıfının çocuklarının yaşadıkları gözaltılar ve onların bu direngen iradelerinin sürekliliğidir.

1 Mayıs işçi sınıfının kitlesel bir gösterisi haline gelmemiştir (bunda mesai saatlerine denk gelmesi, tatil olmasına rağmen, sarı sendikaların yeterli hazırlık yapmamalarının etkisi vardır). İşçi sınıfının talepleri ön plana çıkmamıştır. IMF (Mehmet Şimşek) programına karşı güçlü bir yanıt verilmemiştir. Hemen ertesinde Ahmet Hakan’ın “rüzgar bizden yana esmeye başladı” demesi[iv] boşa değildir. İşçi sınıfının bilincine vurulmak istenen pranga Chp ve sarı sendikalar eli ile gerçekleşmiştir ve oturum da henüz kapanmamıştır. Ancak işçi sınıfının taleplerini ve onun iradesini kimlerin takip edeceğinin net bir yanıtı verilmiştir. Bu anlamda düzenin teşhiri bakımından Boşa geçmiş bir 1 Mayıs’tan bahsedilemez. Özellikle şu son 2 gün bunu göstermiştir. Anlaşılan odur ki bu saldırılar devam edecek düzenin sınıf bilincinin en ufak bir kırıntısına dahi tahammülü yoktur. Bu satırların yazıldığı sıralarda bile gözaltılar devam etmektedir. Göz altıları protesto eden protestolardaki gençleri bile gözaltına almaya başladılar. İlk olarak buna güçlü ve acil bir ses çıkarılmalıdır.

Peki, bugünden geriye bakıldığında sendikası ile partisi ile düzen muhalefetinin peşine takılmak yerine ne yapılabilirdi? Yeterince güçlü bir yanıt olmayan Beşiktaş ayrımını bir kenara bırakarak söylemek gerekirse 1 Mayıs gündemi boyunca hep gündemde kalan Lezita Grevi ve Direnişi ile bir bağlam kurularak 1 Mayıs orada geniş bir katılımla kutlanabilirdi. Açık konuşmak gerekirse bu benim aklıma şimdi geliyor. Örgütsel ilişkileri olan bir parti kadrosu olmadığıma göre de beni bunu görememekle suçlayamazsınız. Lezita Direnişçileri Eylemleri boyunca bütün yapıları 1 Mayıs için direnişlerine davet etti. 16 Nisan öncesinde direnişlerinin 40-42. Günlerinde grev yapan işçiler bizim siyasal taleplerimiz yok ekmeğimizin peşindeyiz şeklinde açıklamalar yapıyorlardı.[v] Ancak 16 Nisan’da ve sonrasında patronun güdümündeki jandarma tarafından oldukça ciddi bir baskı ve gözaltı sürecine maruz kaldılar. Sonrasında oldukça siyasallaştılar bütün başka sendikalardan ve siyasi yapılardan destek gördüler. 1 Mayıs öncesinde de sosyalist sol’un gündemine hatta işçi sınıfının gündemine tam manası ile oturdular ki zira 24-25 Nisan’da seslerini bastırmak için fabrika patronu tarafından yüksek sesli mehter marşı dinletildi. Eylem çadırları patronun mafyavari adamları tarafından yakıldı. Eğer toplu şekilde, ki kendileri de davet etmiştir, 1 Mayıs Lezita Grevcilerinin direniş alanında yapılsaydı. 1 Mayıs ile ulaşılmak istenen bütün amaçlara işçi sınıfı ölçeğinde ulaşılabilirdi.

İş işten geçmiş değildir. Bu da bize ders olsun. Ayrıca da enseye hedefi bulan işçi sınıfının terliği olsun.

Bu akla ulaşmak için öncelikle işçi sınıfına bilinç dışarıdan ulaşır mantığının karikatürize edilmiş küçük-burjuva anlayışlarından kurtulmak gerekir. İşçi sınıfı için siyaset pratiklerine odaklanmak gerekir. Aydınlanma çizgisini aşıp Ekim devrimi çizgisine gelmek gerekir. Lezita Grevi ile yoğun ilişkide ve destekte olan kadroların kendi yerel örgütleri ile bağımsız sınıf siyaseti pratiklerinde özgür olmaları hatta parti merkezine bu konuda baskı yapabilme kabiliyetleri olması gerekir.

Sen de hep TKP’yi eleştiriyorsun diyebilirsiniz. Evet ciddiye aldığım için eleştiriyorum. Çünkü TKP ismini taşıyor. Emek mücadelesinin sertleşeceği önümüzdeki gündemlerde Cumhuriyetçi bir çizgiyi aşamazlarsa bir yükseliş trenini bilinçli ya da bilinçsiz olarak kaçıracak ve olduğu yerde sayacak demektir. Bu yazılanlar da TKP yönetimine değildir. Onların akışlarını bozduğumun farkındayım. Tersinden benzer eleştiriler CHP’nin ya da DEM partinin etrafında dolananlar için de geçerlidir. İşçi sınıfı hareketini kimlikçi bir bakışla bölüp güçsüzleştirenler de ciddi bir biçimde eleştirilmelidir. Yazdıklarım daha çok TKP ve diğer partilerin içinde olan işçi sınıfı çocuklarına ve onların evlatları olan devrimcileredir. Partilerine işçi sınıfı siyaseti yapmak konusunda baskı yapsınlar. Yoksa ya savrulup gidecekler ya da çarpıklaştırılmış bir Leninist Merkeziyetçilik anlayışı ile öğütüleceklerdir.

Bir dahaki yazıda bu yazının da devamı olabilecek işçi sınıfı içinde hegemonya meselesini tartışacağım. Anamızın terliğini çalıştıracağım. Polemik değil teorik bir tarzda olacak ancak kısa tutmaya çalışacağım buraya iliştirsem beni terlikle kovalardınız eminim …



[i] Burada güç fetişi deyimini iktidar ilişkilerinde işlevsel olabilmeyi, kendi yararına bir (örneğin ekonomi enflasyon asgari ücret emeklilik vb. gibi) şeyler koparma kabiliyeti sanrısı olarak nitelendiriyorum…

[iii] Buradan görebilirsiniz. https://twitter.com/LezitaDirenisi

[iv] https://twitter.com/SoldanBakiss/status/1787022102312173692


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zorunlu Bir Kadro Eğitimi Gerekçesi İle Oya Dönüşmeyen Siyasi Etkinlik Nedir?

Esir Alınmış TKP

Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi Tanıtım Konuşması