Kızım Sana Söylüyorum Gelinim Sen Dinle ! Eltiler Arası Dedikoduların “Diyalektik Materyalist” Geyiği..!



Bu yazıyı yazma sebebim İştiraki Dergisi adlı bir blog sayfasında yayınlanan Eren Balkır imzalı “Madde, Diyalektik, Kemalizm” başlıklı yazıya istinadendir.[1] Başlıktan da anlaşılacağı gibi çok ciddiye aldığımdan değil ancak yazının içinde kişisel bazı iddiaların geçmesi bir gereklilik doğurdu. Ayrıca bu örnek vesilesi ile sosyalist hareket içindeki dedikodu kültürünü de açık etmek ve çirkef polemik tarzına da müdahale etmek boynumuzun borcu. Ayrıca ruhu dinazorlaşmışların devrimci hatıralarını bir askerlik anısı anlatır gibi değil ama belki de birçoğumuzun kişisel tarihine denk düşen bizim kuşağın devrimci serencamına kısıtlı (kısıtladığım) bir otobiyografi imkanı olabilir. Merak edenler ve dedikodumu yapanlar vardır biliyorum :)))

İlk olarak hemen bahsetmek gerekir ki 29 Ekim Cumhuriyetin 100 yılı kapsamında TKP’nin Cumhuriyeti kutlaması nedeniyle TKP’ye gelen eleştiriler için X’de özellikle sıkı takipçilerim olan Kaypakkaya’cı dostları kızdırmak için yaptığım eğlence mahiyetli Orak Çekiç sembollü kalpaklı Mustafa Kemal resmini[2] dillerine dolamışlar. Ki İ.Kaypakkayacı dostlar bile bu espriye düşmemiş. Bu bile Eren Bey’in (tanımam etmem) ne kadar hayattan ve mücadeleden kopuk olduğunun bir göstergesi. Halbuki paylaşımlarımı takip eden biri biraz baktığında bile fikrimi bilir. Dünya ile iletişim halinde olduğumuz kişisel bir sosyal medya sayfasıdır X (alışamadım twitter). Ki burada gerçek fikirlerimizle birlikte espri mahiyetinde ve günlük şeyler de paylaşırız. Çoğu zaman Partim’den eleştiriler alsam da paylaşımlarım parti merkez komitesi olmadığım bir insan olduğumun da göstergesidir. Yine de paylaşımları gören biri bir TKP’li olarak sokakta, işçi sınıfının yanında ve pratik faaliyetin içinde olduğumu ayrıca sosyalizm konusunda nasıl bir donanıma sahip olduğumu da hemen anlar. Emek gücümüzü kapitaliste sattığımız için profesyonel parti kadrosu da değiliz ki elimizden de gelen budur.

Fazla uzatmadan yazıya geleyim. Yazı “felsefi” bir laf salatasının etrafına kurulmuş ki kendinden menkul kendine atıf yapan salata da budur: “Diyalektikçi olup materyalizmi çöpe atanlarla; maddeci olup diyalektiği çöpe atanlar arasındaki yarışın bir anlamı yok. Materyalizmsiz diyalektikçilik arabuluculukla; diyalektiksiz materyalizmse teslimiyetçilikle sonuçlanır.” Hesapta bizi bu çeşit bir akıl oyunu ile idealizme konumlandıracak. Ne dediğinin bile farkında değil. Aslında hayatta olmayana yoksun diyor ve bir nevi Don Kişod vari Yel değirmenleri ile savaşıyor. Tabi içinde bulundukları okuma ve bak ben ne güzel okuyor ve yazıyorum çevresi insana bu türden laf ebeliği yaptırıyor. Bari hakkını verse…

Kendine sosyalist-komünist diyen hiçbir kimse şu sanrıyı yaşamaz: “CHP’nin bağımsız bir işçi hareketinin, cumhuriyet kavgasının ya da burjuva devrimleriyle elde edilmiş bir mevziinin ürünü olduğunu sanan sosyalistler”. Kastınız TKP Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kemal Kılıçtaroğlu’na  oy istedi idiyse TKP seçimlerde 65 bin oy aldı. Daha fazla bekliyorduk ancak TKP siyasi hareketini tahminler üzerine kurmaz işçi evi ve semt evlerinden gelir o bilgiler ve başkalarına güvenip de teamül belirlemeyiz. 100 bin oy çıkmazsa nasıl bir görüntü olacaktı? Gücümüzü biliriz ve onunla neler yapacağımızı da iyi biliriz. TKP, seçim hesaplaşmasında iktidarıyla ve muhalefetiyle düzen karşısına gerçekçi bir alternatif koyamadığında, diğerleri de hiçbir umut ışığı yakmadığında, ayrıca da halkın önemli bir kesimine CHP umudu pompalandığında lafı gevelemeden karşı-devrime karşı, yekten ve delikanlıca Kemal Kılıçdaroğlu’na bas geç demiştir. Ancak kaybedersen de umutsuzluğa kapılma diye de halkı uyarmıştır. TKP onun hesabını da verir, vermezse de biz alırız sana ne oluyor. Siz siyasete sanrı demeye ve okuma odalarınızdan TKP’ye ders vermeye devam edin aman bir işin ucundan tutarsınız elinize yapışır.

Bir miktar eğlenceli olduğundan ve dedikodu barındırdığından, ciddiye alacak halimiz yok herhalde, eleştireceğimiz tarzın dilinden “yergimize” devam edelim: “Kemalizm, cumhuriyet ve devlet, verili mutlak maddeler olarak kabul edilip sahiplenildiğinden, onlara karşı bir güç çıkartma ihtiyacı gündemden düşmektedir. Yarmayan, bölmeyen, biri iki yapmayan bir pratik yoksa, teslimiyetçilik ve arabuluculuk hâkim hâle gelir.” Birincisi TKP kadrolarının Kemalizm’e yaklaşımını anlatan Gelenek[3] de onlarca metin var. Niyet edip bunlardan birinden alıntı yapabilirdi. Bakalım iddiasını destekliyor muydu? Hem okumuş öğrenmiş olurdu.

Bu itham ile anca anca bilgisiz, yeni yetme ve sosyalist hareketin pratiğinde ya da işçi sınıfı hareketi içine olmamış ve sosyalist hareketi tanımayan heyecanlı gençlere çengel atar bu okuma tayfası. Cumhuriyet konusunda da binlerce kelam edildi. Sosyalizm bir cumhuriyet değil mi? Devlet’den anladığımız ise Ekim Devriminden beri işçi sınıfı iktidarı’dır. Vallahi ben, Yoldaşlarım arasında verili Burjuva Devleti sahiplenen, Cumhuriyeti Kemalizm bakış açısından kavrayan bir kişiye rastlamadım. Bizden ancak ve ancak Cumhuriyetin Kuruluşunu ve Kurtuluş Savaşı’nın bir Burjuva Devrimi olduğunu ve kendi dönemi için ilerici bir Devrimci atılım olduğunu duyabilirsiniz. Sahiplendiğimiz ve sabitlediğimiz tek şey de İşçi Sınıfı iktidarı için Sosyalist Devrimdir. Başka bir sabitimiz yoktur. Haa ittifak arayışları, Cepheler, Güç Birlikleri, Halk Meclisleri diyorsanız. Başarılı olmuştur olmamıştır. Bu bir strateji ve taktik işidir. Günün koşullarına uygun olarak Kürt Hareketinden Sol Kemalizme kadar geniş bir çerçevede serencamımız vardır, doğrudur. Ne yapalım oturup âlemde ne oluyor deyip millete akıl vererek ukalalık mı yapalım.

Son durumda ve her tarihsel pratiğimizde ilkelerimizden taviz verdik mi? Yüzlerce kez söyledik ve hep aynı şeyleri söylüyoruz. Sabit ve sahiplendiğimiz bir şey arıyorsanız buraya bakın: Bağımsız sosyalist hareket, antiemperyalizm, antikapitalizm, kamuculuk, laiklik, Tam Bağımsız Türkiye, Türk ve Kürt işçi sınıfının birliği, … Bazı işler sadece bizim öznelliğimiz ile de olmuyor. Oldurmaya çalışıyoruz.

Sosyalist hareketimizin (Tüm Türkiye) hangi hizbi kendi siyasal konumlanışını Türkiye Siyasal Hattına empoze edebilmiştir?

Küçük burjuva hep kendi konumlanışından anlar diyalektik materyalizmi; gazı goz anlar yani, biri iki yapmak, bölmek, yarmak derken aynı söylemin ikiyi bir yapmak demek de olduğunu unutur. Sanki işçi sınıfı üzerinde hâkimiyeti vardır da burjuva ve işçi sınıfını bölmüş pozlarına bürünür. Sanki sosyalist hareketin bağımsız bir sınıf tavrı ve sınıfın içine yerleşmiş reel pratiği vardır da sosyalist hareketi oportünistler revizyonistler ve devrimciler diye bölmeyi devrimcilik sayar; kendi okuma çevresinden.

Okuma çevrelerinin, siyasi gruplaşmaların handikabı budur; hep en Devrimci olanlar onlardır. “Devrimci teoriyi” kendi dükkânlarından en azından toplumsallaşma yolunda olan birkaç daha geniş harekete bir kurşun gibi sıkarlar. Neden? Devrimci Teori olmadan devrimci pratik olmaz. Eeee ya tam tersi? Küçük burjuva bencil ve bireycidir. En güzel koltuk kendi koltuğudur. Ve bir taraftan uzanamadığı ciğeri güzellerken diğer taraftan da pis der. Kafalarında ideal sınıf bilinçli, pala bıyıklı işçiler vardır (Benim gibi:)) Oradadır ve bunlar bir gün uzanıp alacaktır :)) Kirlenmeyi göze alamayan Devrim kapısını açamaz. Bize gelirsen ki süreç de bizim dışımızda işlemiyor kan ve ter akıtıyoruz.

Kan ve ter derken şuraya da değinelim: “Kan ve ter olmadan, somut bir güç inşa etmeden, kavga vermeden, ezbere, kolayca, tepeden inerek, pişmiş armutları toplayacaklarını, onlara sosyalizmin kızıl gömleğini giydireceklerini sanıyorlar. Ama öz, biçimi belirliyor. O kızıl gömlek, burjuvazinin ve devletin atölyesinde, bizzat onların malzemesiyle imal ediliyor. Bu solculuğun ezilene, işçiye ve yoksula düşman olduğunu görmek gerekiyor. Antikomünist sol, tüm mevzileri ele geçiriyor, devlete ve burjuvaziye hizmet ediyor.”

Kelimelere aynı tavır hâkim gene. TKP birçok Semt Evi ve İşçi Evi açarak mahallelere girmiştir. Bizzat ben Bağcılar İşçi Evi’nde ter döküyorum, birçok Yoldaşım ile birlikte. Ve genel olarak Türkiye'nin birçok yerindeki Semt Evi ve İşçi Evlerinin faaliyetlerini hem kendi beyanatlarından hem de özel olarak bazı yoldaşlarımla tanışarak, iletişim kurarak takip ediyorum. El insaf diyorum. Her ne kadar gevezelik ve dedikodu yapan okumuşlar alan ve sokak çalışmasını adam kafalamak olarak algılasa da bir Komünist Parti’nin görevlerinden biri özellikle sosyalist hareketi birleştirmek adına sosyalizm ideolojisi ile kendini yetiştirmiş kadro adaylarını örgütlemektir. Onları daha ileriye taşımaktır. Sokakta eylemlerde pişirmektir. Siz bilmezsiniz… En azından biz görmedik, olsaydı gözümüze sokardınız ki hakkınızdır.

Vallahi Devlet Memuru ile sokakta gbt yaptıklarında, gözaltına aldıklarında karşılaşıyoruz. Ayrıntıya girmeyeceğim ama Devlet Memuru Bey’leri gözünden tanırız animallah. Benim gençliğimde siyasi çizgisinden ötürü bize HKP’yi devletin ajanı parti, öbürünü ajanların içinde kol gezdiği örgüt falan diye anlatıyorlardı. Bize de çok defa Kemalist dendiğini duydum. Dedikodu yapmayın dedikodu eskilerin değişi ile objektif ajanlıktır.[4] Kim bilir sosyal medya paylaşımlarında ne cümleler kuruyorsunuz. Ancak dilinizde kemik olmadığı ve Devrimci Ahlak’tan da nasibini almadığınız için orada burada kusuyorsunuz ve kulaklarımızı kirletiyorsunuz.

Tıpkı şunun gibi: “TKP’nin Antalya-İzmir’deki ticari ilişkileri dikkate alındığında, onun nereye bağlanacağını iyi bildiği görülmektedir.” Varsa bir deliliniz ispatınız ortaya koyun…

Şimdi yazının beni ilgilendiren yanına geliyorum bu vesile ile kendimi de biraz tanıtma fırsatını kaçırmıyorum. İçeride ve dışarıda yapılan dedikodulara bir yanıt olur diye düşünüyorum. Hem yazının genel tavrını (dedikodu) anlamış olursunuz.

“O kalpağa rozet iliştirince sosyalizm geleceğini sanan kişi, SİP’in KP ismini aldığı dönemde Sorun Polemik kolektifi içerisine sokuldu. Orada yürüttüğü ajan faaliyeti dahilinde, kolektife “ya arkadaşlar, şu 10 Eylül kongresinin ikincisini yapsak, tüm ördekleri toplasak olmaz mı?” sorusunu sordu/sordurdu ve o insanları bu idealist yalana ikna etti.”

Yanılmıyorsam 1997-98 Döneminde (eski tarih) İ.Ü. Siyasal Bilgiler fakültesine girdim. Politika adına bildiğim sadece Giresun Ticaret Lisesi İnkilap Tarihi derslerinden öğrendiğim Kemalizm perspektifi idi. Bir de Üniversite sınavına hazırlanırken öğrendiğim tarih ve felsefe dersleri idi. İki abim bütün Karadenizde de olduğu gibi Dev-Yol gençlik hareketinde bulunmuş biri Hapis yatmış İpten dönmüştür. Ki aramızda kuşak farkı olduğu için siyasi meseleler konuşulmazdı. Bunlar ben üniversitede politikleştikçe konuşuldu ve çok geçmişlerdeki aile tarihini de öğrendim. (Baba tarafından Dedem Trabzon Harekatı’nda Ruslara esir düşmüş Batum’da tedavi görmüş, Bakü Esir Kampında zorunlu çalışmış, Ekim Devrimi ile serbest kalarak büyük bir fırında fırıncı olmuş Bakü’deki Türk Esirler ile birlikte Komünizm Propagandasına katılmış ve 10 Eylül 1920 Bakü Kongresinde bulunmuştur. TKP’nin oluşturduğu ve Kurtuluş savaşına yardım ve askeri güç taşıyan bir birlikle Türkiye’ye giriş yapmış ve Bu birlik Kazım Karabekir tarafından tasfiye edildiği için de memleketine dönmüştür.)

Üniversitenin ilk yılı nefes almadan okumamla, amfilerde hocalarla sözlü tartışmalarla alt koridordaki deneyimli ağabeylerimiz ve ablalarımızla hararetli atışmalarla geçti. Sınıf içgüdüsünden olacak Demokratik Devrim-Sosyalist Devrim tartışmalarında Sosyalist Devrim tarafında oldum. Dolayısı ile bir dönem SİP ile yollarımız kesişti tabi, gençlik hareketi içinde pratik faaliyetim arttıkça (kulüpler, faşizme karşı ortak duruşlar, kavgalar vs.) SİP ile fazla bir mesaim olmadı bir iki toplu etkinliğe katılmış, Beyoğlu'nda gazete satmışlığım vardır. Bu süre içinde çevremdeki arkadaşlarımdan sürekli eleştiri aldığım olmuştur. Sip’in (o zamanlar için abartı gördüğüm) sembolik yanı oldukça vurgulanmış toplantılarına bir türlü içim ısınmamıştı. (şu an bu çok değişmiştir. Toplumun her kesiminden katılımcı bulabilirsiniz) SİP’i bir partiden ziyade gençlerden ve aydınlardan oluşan bir örgüt gibi gördüm. Erkan Baş ile yaptığım ayrılık görüşmesinde saçma bir mazeret öne sürerek ilişkiyi kestim. Teorik bir tartışma yürütecek donanımım ve özgüvenim olduğunu düşünmedim ve gereksiz buldum. O zamanlar için daha maceraperest hareketlerin içinde olmak istediğim doğrudur. Tam o zamanda faşistlerle yaptığımız bir çatışmada yaralandım (Tarihi dün arkadaşım telefonla arayarak hatırlattı 2 Aralık). Yanılmıyorsam Abdullah Öcalan’ın yakalanmasına denk gelmişti. Kürt yurtseverlerin çoğu okulu boşaltmış ve Devrimcileri Kalabalık bir faşist gurup ile baş başa bırakmışlardı. Polisler eşliğinde Merkez Kampüse giren büyük bir faşist çeteye karşı siyasal kapıda izdiham olmasına karşın köprüyü korumak için 8 kişilik bir arkadaş grubumla köprüyü savunduk hepimiz bıçaklandık ve ciddi bir ölüm tehlikesi atlattım. Sonrasında 1 yıl gibi tedavi sürecim sürdü. Sonrası örgütlerden bağımsız bir grup arkadaşımla Siyasalda öğrenci faaliyeti yapmakla geçti. Başarılı işler yaptık. Belli bir etki yakaladıktan sonra işçi sınıfı hareketi ile buluşmak, çeşitli kospiratif siyasal gruplar ile ilişki denemeleri ile geçti. Bir sonuç alamadık ancak siyasal gruplar okuma çevreleri gibi kapalı guruplar hakkında ciddi deneyimlerim oldu. 2002 gibi okulu bitirdim ve Sorun Polemik Dergisi ve Eski TKP ve TİP işçi kadrolarından ve 15-16 Haziran’ın örgütleyicilerinden bir işçi önderi Sırrı Öztürk ile tanıştım. Kış 2002[5] den başlayan Sorun Polemik dönemim işçi sınıfının öncüsünü arama mücadelesi ile derinleşti bu bakış açısı Sorun Polemik’in yayın kurulu ile örtüştü. Sosyalist hareketimizin bağımsız hizipleri için çok eski bir sorudur bu. Kendi meşrebimce nasıl bir parti ve partileşme süreci sorularının karşılığını bulmak beni Tarihi TKP’nin en ufak nüvesine kadar tarih okumaya, olay ve olguları zihnimde somut olarak görebilecek kadar araştırmaya itti. Ki aile tarihimi de annemi konuşturarak ve bu tarihi bilgileri birleştirerek buldum ve buradan Tarihi TKP’nin kuruluşunun özünün Osmanlı işçi hareketini ve sosyalist hareketini, Anadolu sosyalist hareketini ve Sovyetlerdeki Türk ve Kürt komünist hareketini birleştirmek olduğunu kendi meşrebimce buldum. Bu görüşüm halen değişmemiştir.[6] Köprünün altından çok sular akmasına rağmen ilkesel bir tutumumdur.

Birincisi tabii ki o zamanlar SİP (Gelenek) hizbinin kendini, kendine menkul bir tutumla, kendi kendine TKP ilan etmesini eleştiriyordum ki Sorun Polemik’in ve daha başka bir çok eski TKP’linin bu tutumu benimsediği aşikardır. Sırrı Öztürk[7] yaşasa idi ya da yazdıklarımı okuma zahmetine katlansa idi beni ajanlıkla suçlayan yazar muhtemelen TKP’nin içine yerleştirilen Sorun Polemik ajanı demekten çekinmeyecekti :))) Zira Sorun Polemik’in yayın kurulunda sanırım 2-3 yıl çalıştım.

İkincisi mevcut TKP tutarlı bir kadro sürekliliğini sağlayarak, bölünme yolu ile bile olsa sosyalist harekette çeşitli eğilimleri var ederek, vücuda büründürerek, şu an için asgari de olsa işçi sınıfı hareketinde, sosyalist harekette ve aydın hareketinde bir ağırlığı tesis ederek ve bunu öngörerek, meşhum iftira yazarının söylediğinin aksine çeşitli cephe, güç birliği ve meclisler yolu ile de bu yolu hep zorlayarak, Türkiye siyasi hareketinde niceliksel olmasa da niteliksel bir ağırlık koyarak Komünist Parti olma kriterlerini siyasi rakipleri karşısında kendi bileğinin hakkı ile kazanmıştır. Kan ter arayan ve buraya bakmayan da kendine diyalektik materyalist demesin… Sosyalist hareketimizin yapıcı ileri götürücü eleştirilerini bunun dışında bırakarak ve bu türden eleştirilere de her zaman Devrimci Etik gereği ve sınıflar mücadelesinin bir şartı olarak ihtiyaç olduğunu da belirterek.

Üçüncüsü benim için ve muhtemelen benim gibi düşünen onlarca proletarya komünistinin işçi sınıfını öncüsünü arama serencamı bitmiştir. Şimdi sıra elini taşın altına koymak ve mücadeleyi büyütmektir.

İlkelerimde bir değişiklik yoktur. Şimdi aynı yazıları, yani işçi sınıfının sosyalist hareketle birliği, aydın hareketi ile birliği ve hepsinin bütünlüğünü ve onların burjuvaziye karşı mücadelesini bu saflardan vereceğiz ki bu mücadele işçi sınıfı devrimine kadar hatta daha sonrasına da uzanarak sürecektir.

O zamanlar için verdiğimiz mücadele bakidir. Evet, II. Tüm Türkiye Komünistleri Kongresi iddiası benim kışkırttığım kolektif bir akılın ürünüdür[8]-[9]. Bu iddiayı taşımak tarihsel öncülerimize idealist bir atıf değil tarihsel deneyimlerimize gerçekçi bir bakıştır. Bu bakış bana sosyalist hareketimizi bir bütün olarak görmeyi ve içindeki çeşitli hizipleri daha güçlü bütünlüklü hareketlerle birleştirmeyi öğretmiştir. Zira Bahsi geçen çevrelerle yaptığımız ve 10 Eylül Forumuna[10] varan bütün siyasal ilişkiler katılımcıların kendini merkeze koyma, bağlı bulundukları konumda ısrar etme ve örgütsel bütünlük aşamasına ulaşamama gibi nedenlerle akamete uğramıştır. Zira mevcut sorunların Sorun Polemik’te yaşandığını Sırrı Öztürk’ün kişiliğinde ortaklaştırılan yayın çevresinden ise kolektifi aşan siyasi bir etkinlik beklenemeyeceğini gördüğümden 2007 sonu gibi Sorun Polemik’ten ayrıldım. Benim için kişilere değil ancak hareketin kendisine karşı siyasi bir kırgınlık dönemi uzun bir süre yaşandı ve sınıflı toplum içindeki hayat mücadelesi içinde bir çoğumuzun başına gelen benim de başıma geldi. Hayat kavgası siyasi mücadelenin önüne geçti. Örgütsel sürekliliği bir bütün olarak sağlayamazsak olacak olan budur.

 Bu deneyim bana okuma çevrelerinden çıkın, dükkanlarınızı kapatın ve mücadele imkanları yaratanlarla birlikte olun demektedir. Şimdi kendimi daha zinde ve olgun hissediyorum. Ve yine aynı kavganın içinde olmanın heyecanını yaşıyorum. Sosyalist hareketimizin hiziplerinin içinde olan dostlara ise nihai kavgaya kadar bu tip cepheleri, güç birliklerini meclislerini denemekten kaçınmamalarını öğütlüyorum. O yüzden Kan ve Ter dökmeden, okuma paylaşma bloglarından bu çabalara çamur atanlara ancak ve ancak sınıf kavgasından kaçmayı, etliye sütlüye dokunmamayı salık verenlerle ilişkilerinizi kesin diyorum.

Şimdi aşağıdaki alıntıyı bir de bu gözle okuyun… Kim idealizmin bataklığına saplanmış göreceksiniz.

“10 Eylül kongresini yeniden yaparsak bizi kimse tutamaz” diyen aynı idealizm, bugün Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi denilen fikirde de var. Bu fikrin sahipleri, kan-ter dökmeden, somut maddi güçlerle, işçi sınıfıyla, köylülükle, emekçilerle, kavgayla somut ilişkiler kurmadan, “Devrimden Sonra” işçi sınıfına bir kararnameyle devrim olduğunu tebliğ etme hayalini kuruyorlar.”



[4] Devlete ajanlık yapmamakla birlikte Devrimcilerin aklını karıştırmak, yalan bilgiler yaymak suretiyle karşı-devrime hizmet etmek.

[5] https://www.simurgkitabevi.com/sorun-polemik-marksist-inceleme-arastirma-dergisi-sayi-5-kis-kasim  Sorun Polemik Dergi sayılarındaki Hakan Mertoğlu mahlası benimdir…

[9] https://www.kitapyurdu.com/kitap/10-eylul-1920-tkp-gunumuzde-komunist-hareketin-h   ayati-sorunlari-forumu/305939.html

Bende hiçbir arşiv kalmadı, zira birçok kitaplık yapıp bozdum, buldukça kendi blogumda yayınlayacağım çünkü bu yazıyı yazarken birkaç tanesini okudum ve oldukça doyurucu yazılar olmuş…

[10] Adı geçen kitap.

Yorumlar

Kendime Not : İtaki cevap vermiş bu eleştiriye. Halbuki yeterli cevabı vermişim. Çamura bulaşılmaz...
https://istiraki.blogspot.com/2024/03/premium.html

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zorunlu Bir Kadro Eğitimi Gerekçesi İle Oya Dönüşmeyen Siyasi Etkinlik Nedir?

Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi Tanıtım Konuşması

Esir Alınmış TKP